5.Etap: Tobago-St. Lucia arası:
11-12 Ocak: 11 Ocak sabahı sallanmadan geçirilmiş bir gecenin keyfi ile uyandık. Demir yerinde 20 civarında tekne var. Biraz ilerde Charlotteville kasabası ve önündek iskelesi görünüyor. İskele civarına yerel balıkçı kayıkları demirlemiş. Koyun çevresinde ise vahşi bir yağmur ormanı yer almış. Tanımadığımız birçok tür ağaç ve çalı var. Sahilde ise sarı renk kumlu bir plaj var. Hava orman kokuyor. Bir yakıcı güneş açıyor, bir sağnak yağmur bastırıyor. Değişik bir yer. Güne deniz banyosu ile başladık ve botu denize indirip iskelenin yanındaki bağlama yerine bağlandık. Küçük bir yerleşim olmasına rağmen burada polis ve gümrük var. Kolayca yerlerini bulup işlemlerimizi 50TT$ Trinidad&Tobago doları (= 8 US$) karşılığında bitirdiler. Bu fiyata bir ay iki adadan oluşan Trinidad&Tobago cumhuriyetinde kalabileceğiz. Cep telefonları maalesef çalışmıyor, ancak kart satın alıp umumi telefondan konuşabiliyoruz. İnternet ulaşımı da mümkün görünmüyor. Kasabanın yegane ATM'inden biraz yerel para aldık ve kasabayı keşfe çıktık. 300 civarında nüfusu olan Charlotteville çok sakin bir yer. Birkaç dükkan, birkaç lokanta, yakıt istasyonu ve balıkçı sahil bölümüne yerleşmiş. Daha içerde bir veya iki katlı evler, sağlık ocağı, devlet binaları ve bir spor kompleksi var. Sükuneti hoşumuza gitti. Öğleyin yırtık tişörtlü, göbekli, konuştuğu ingilizceyi zor anladığımız bir zencinin servis yaptığı lokanta'da fish&cips yedik. Anlaşılan İngiliz kültürü adaya yerleşmiş. Bu sakin yerde okyanus yorgunluğunu atmak için bir gün daha kalarak kah karaya çıkarak gezdik, tropik meyva ve sebzelerden satan baraka dükkanlardan alışveriş yaptık, kah tekneden denize girerek keyif yaptık. Bot seferlerinde ise bidonla su alarak depomuzu doldurmaya çalıştık. Güneşli yağmurlu iki gün sonunda bu sakin yerden ayrılıp adanın en büyük şehri olan Scarborough'ya (11°10,8'K,60°44,1'B) gitmeye karar verdik. Tabi polis ve gümrükten çıkış almak kaydı ile.
13-14 Ocak: Scarborough adanın güneybatı ucunun birkaç mil doğusunda yer alıyor. Charlotteville ise adanın kuzeydoğüsunda olduğu için önce kuzeydoğuya sonra güney batıya yöneleceğiz. Saat 8:00 de demirimizi toplayıp koydan çıkar çıkmaz Atlantik dalgalarına karşı bir miktar gittikten sonra rotamıza girdik ve dalgaları arkamızdan almaya başladık. Mesafe çok fazla değil, 25 dm, ama sallana sallana saat 15:30 da şiddetli bir sağnak yağmur altında, kısıtlı görüşle, sırılsıklam Scarborough limanı içinde yatlara ayrılmış bölgeye demirledik. Burası 20.000 nüfuslu Tobago'nun idari merkezi olan bir şehir. Liman kalabalık görünüyor. Büyük bir yolcu terminali var. Deniz suyu herhalde yağmurdan dolayı çamurlu ve çöpler yüzüyor. Yağmur bitince toparlanıp bot ile şehre çıkıp hemen yakındaki polis ve gümrük ofislerinde resmi işlemleri tamamladık. Limanın hemen arkası bir açık alışveriş merkezi gibi, ayrıca kapalı bir pazar yeri
de var. Cuma akşamı olmasından herhalde etraf acayip kalabalık. Koşturan, alışveriş yapan insanlar, okullarından çıkmış talebeler, az miktarda turist, etraf bayağı canlı görünüyor. Biz de bu kalabalığa karıştık, pazar yerini ve bir marketi ziyaret ederek eksik tamamladık ve sahil boyu restoranlardan birinde yemeğimizi yiyerek tekneye döndük. Demir yeri hafifiten solugan alıyor, artık katlanacağız. Cumartesi sabahı güneşli bir havada Nilgün tekrar alışverişe çıktı. Geri döndükten sonra bu kez şehrin doğusunda ve bir tepede bulunan tarihi kaleyi görmek üzere harekete geçtik. Şehir tamamen boşalmış, sokaklar ıssız, birkaç market ve restoran/bar dışında her yer kapatmış. Uzun bir yokuşu tırmanarak kale kalıntısına ulaştık ama görülecek pek bir şey kalmamış, biz de tepeden güzel bir Scarborough manzarası seyrettik. Dönüşte ise bir pan imalatı yapan bir yerden davet aldık. Burada alışan gençleri seyrettik. Çelik varilleri keserek yapılan ve iki çubuk ile çalınan bu müzik aleti, buraların milli çalgısı haline gelmiş, okullarda bile tıngırdatmayı öğretiyorlarmış. Gençler biz notadan anlamayız ama bu aleti iyi çalarız diyorlar. Boş şehri biraz daha gezip tekneye döndük. Liman Tobago'ya çalışan feribotlar tarafından yoğun olarak kullanılıyor. Katamaran tipi lüks feribot 70 dm mesafeyi 2,5 saatte alıyormuş.
15-18 Ocak: Bugün Scarborough'dan adanın batı ucunda doğulu rüzgarlara korunaklı ve turistik bir koy olan "Store bay" (11°09,5'K,60°58,5'B) koyuna gideceğiz. Ancak sabah bir sürpriz olarak tüm tatlı su deposunun sintineye boşalmış olduğunu ve hiç suyumuzun kalmadığını farkettik. Bir yerlerde kaçak var ve bu kaçaktan su sintineye gidiyor. Yeni su bile koysak depo boşalacak. Ancak yalnız su kullanacağımız zaman hidroforu çalıştırırsak idare edebileceğiz. Hemen bota atlayıp şehre çıktık, Limana gidip su alabilmek için anlaştık, son alışverişi yaptık ve gümrüğe uğrayıp çıkışımızı aldık. Öğle üzeri tekneyi neta edip demir aldık ve ticari rıhtıma yanaştık. Uzun uğraşlardan sonra 19 TT$ (3US$) karşılığında depolarımızı doldurabildik. Saat 15:30 da rıhtımdan ayrıldık ve saat 17:15 de 8 dm
uzaklıktaki Store bay koyunda diğer teknelerin arasına demirledik. Koy gerçekten korunaklı, solugan az. Çevre koca oteller ile dolu. Güneyimizde havaalanı, kuzeyimizde ise Pigeon Point adında bir plaj var. Bizim bulunduğumuz yer de plajlar mevcut ve kalabalık. Neşeli bir yer görünüyor, millet Pazar sefası yapıyor sanki. Karaya çıkma işini ertesi güne bırakıp biraz bu güzel yerin tadını çıkartmaya baktık. Otellerden gelen pan müziği sesleri ile akşamı geçirdik. Ertesi gün deniz sefasından sonra kirli çamaşır bohçamızı yüklenip botla karaya çıktık ve yöreyi keşfetmeye çalıştık.
Havaalanı tarafında oteller, plaj ve arkasında turistik alışveriş yeri arasında hem çamaşırcı hem de internet cafe şeklinde çalışan bir yer bulup çamaşırlar yıkanırken internet'e bağlandık. Pratik bir sistem doğrusu ve iyi iş yapıyor. Yağmur aralıklarla yağıyor, yağarken biryerlere giriyoruz, kesilince tura devam ediyoruz. Ertesi gün ise güneşli havadan istifade kuzeydeki Pigeon Point'e yürüdük. Özel bir plaj olan bu yere girerken adam başı küçük bir ücret alıyorlar. Tesislerinde nefis ince kumlu bir plaj, restoran, bar, çarşı, iskele ve buradan yakındaki mercan kayalıklarına giden cam tabanlı tekneler, jetski, sörf, duş/tuvalet yani ne ararsan tropik bir bahçe içinde var. Zaten turist kalabalığından tutulan bir yer olduğu da belli. Dönerken yoldaki balıkçıdan biraz king fish aldık akşam yemeği için. Bu neşeli yerde bir gün daha kaldık. Bu arada düşen rüzgar jeneratörünü söktük ve su kaçağının ön tuvalete giden bakır boruda olduğunu keşfettik. Ayın 19'u Perşembe günü biz sabah erken 60 dm güneybatıdaki Trinidad adasının Chaguaramas koyuna (10°48,7'K,61°38,1'B) gideceğiz. Burası pilot kitaplardan öğrendiğimiz kadarı bir büyük yatçı merkezi imiş. Hem Atlantik geçişi sırasında kırılıp, dökülenleri tamir hem de ada gezisi olacak.
19 Ocak: Güzel bir günde sabah erken saat 6:40 da Chaguaramas'a doğru hareket ettik. Hava parçalı bulutlu ve doğukuzeydoğu ile kuzeydoğu arasında değişen 15 knotluk bir rüzgar var. Geniş apaz rahat bir bir seyirle Trinidad adasına yaklaştık. O da Tobago gibi yemyeşil bir ormanla kaplı. Sahil suları ise okyanusun aksine yeşil hatta bazen kahverengi renkli, herhalde devamlı yağan yağmurlar ve sahili döven dalgalar nebat artıklarını dalgalandırıyorlar. Saat 17:00 doğru adanın batısını dönüp koya girdik ki dehşet bir manzara ile karşılaştık. İkinci dünya savaşı sırasında ABD'nin deniz üssü olarak kullandığı bu körfez, şimdi gerçekten yat merkezi olmuş. Koyun içine yerleşmiş 8 çekek yeri/marina, tonozlar ve demir yerinde binlerle tekne var. Tam bir sanayi merkezi olan bu yerde biz de şimdilik boş bir tonoz bulup komşumuzun yardımı ile saat 17:00 de bağlandık. Biraz sonra tonozların sahibi olan YSATT botu gelip gecelik ücret olan 30 TT$ (5US$) makbuz kaşılığında tahsil etti. Hemen botu indirip karşımızdaki "CrewsInn" marinasının bot iskelesine bağlandık ve ilk sürprizi iskelenin üzerinde türkçe konuşan iki genci görünce yaşadık. Marmaris'ten Mavera yelkenlisinin mürettebatı olan bu gençler iki haftadır burada imişler. Marina-otel-işyerleri şeklinde organize olmuş bu yeri gezdik ve şık lokantasında mükellef bir akşam yedikten sonra teknemize döndük. Burada en az iki hafta kalacağız ve teknenin eksiklerini tamamlayacağız. Bu arada 20 dakika mesafedeki başşehir "Port of Spain" ve diğer ilginç yerleri de gezip görmeyi istiyoruz.
20 Ocak- 10 Şubat : Yine uzunca bir mola veriyoruz. Okyanus aşarken durmadan yalpa yapmaktan, bazen de iğnecik seyrinin gereği kavança atmaktan armada bazı hasarlar oluştu, teknenin altı garip deniz asalakları ile doldu. Bunların bir elden geçmesi gerek. Onun için Chaguaramas'ta gümrük ve polis kaydımızı yaptırdıktan sonra tekneyi karaya almak için uygun bir yer aramaya koyulduk. Burada VHF kanal 68 de sabah saat 8:00 de başlayan bir net var. Buradan her çeşit bilgi almak mümkün; biz de bu net'i takip etmeye başladık. Çekek yerlerinden "Power Boats" adındaki büyüklüğü ve uygun fiyatı ile ilgimizi çekti. Buradaki sistemde çekek yeri sadece tekneyi karaya alıp tekrar denize atma ile uğraşıyor, %10 komisyon aldığı anlaşmalı adamları var, bunlar ile ayrıca anlaşıyor ve işleri yaptırıyorsun. Çekek yeri bunların da sorumluluğunu üstleniyor ve garanti ediyor. Çekme/atma ve 5 gün karada kalma 300US$ civarında tutacak. Vagabond'u karaya alırken travelift ekibi epey zorlandı, hatta sonunda çekek yerinin müdürü gelip denize daldı ve kuşakları kontrol etti de ondan sonra karaya çıkabildik. Sonra da buranın boyacısı, kendisine AK dedirten Clinton ile anlaştık ve AK bu 5 gün zarfında, bazen güneş bazen de yağmur altında, teknenin alt üst temizliğini ve zehirli boyasını yapıverdi. Bu kez Jotun marka zehirli kullandık, bakalım bu sularda nasıl bir performans gösterecek. Tabi işler bu kadar değil, öncelikle kaçak yapan tatlı su boruları işine el attık. Borular bakır olmalarına rağmen zamanla çürümüşler ve depoların altından gittikleri için ulaşmak mümkün değil. Biz de ulaşabildiğimiz yelerden bakır boruları keserek yerlerine hortum takarak problemi çözdük. Biraz uğraştırdı ama gayet sağlam oldu. Yine buranın yelkencisine patlayan balon yelkeni ve
iğnecik seyrinde çarmık tellerine sürtünerek aşınmaya başlayan ana yelkenimizi götürdük. Yelkenci ana yelkenin aşınan yerlerini kalın bantlar ile takviye etti ama en az 20 yaşındaki balonumuzun tamir edilemiyeceğini söyledi. Eh bize göre de haklı idi. Balon yelken işine daha sonra bakacağız. Komşu çekekteki armacıya (Budget Marine Rigging) giderek arma sorunlarımızı anlattık. Eski bir yarışçı olan Avustralya'lı Neil işinde bayağı usta ve dertlerimizi dinledikten sonra gayet mantıklı çözümler üretti. İstenmeyen kavançalardan korunmak için basit bir preventer teşkilatı yaptı. Trinket bumbasının baskısı ile eğrilen trinket telinin tamiri mümkün olmadığı için yenisini yaptı. Ön yelken iskotaları için yeni makara sistemi yerleştirdi. Ana yelken bumbasının direğe bağlantı parçası (gooseneck) çatlamış ve bumba aluminyumunu bozmuş; onu tamir etti. Mizana direğinden düşen rüzgar jeneratörü braketini kuvvetlendirerek yeni yerine monte etti. Yine buradaki marinalardan "CrewsInn" de bulunan elektrikçi ise şarj etmeyen rüzgar jeneratörünün regülatörünü Amerikadan getirterek çalışır hale getirdi. Tabi bütün bu işler için epey vakit gerekti. Biz de bu arada adayı biraz olsun keşfetmeye çalıştık. Chaguaramas Trinidad'ın başşehri "Port of Spain"e çok yakın, maxitaxi denen minibüs dolmuşlar ile 20
dakikada ulaşmak mümkün. Kristof Kolomb zamanından bu yana İspanyol, İngiliz, Hollanda, Fransız, tekrar İngiliz idaresinde olan adalar 1962 yılında kendi idarelerine kavuşmuşlar. En önemli gelir kaynağı ise petrol, yakıt burada ucuz. Şubat ayındaki karnaval ise epey nam salmış, hazırlıklar aylar öncesinden başlıyor. Alışveriş ve gezme amacı ile bir günümüzü bu büyük şehire ayırdık. Ondan sonra ise kolay yönteme başvurarak turlara katıldık. Jesse James adında minibüsü ile tur organize eden tecrübeli bir yerli var. Biz de yatçıların tavsiyeleri üzerine onun turlarına katılmaya başladık. İlk olarak bir akşam bizi karnaval hazırlıklarını görmek üzere Port of Spain'e götürdü. Önce karnaval kostüm imalatçılarını gezdik. İki günlük karnaval için yapılan üretimi görünce epey şaşırdık. Binlerce rengarenk, pırıl pırıl ışıldayan kostüm hazırlanıyor. Bir hafif akşam yemeğinden sonra ise bu kez "steel band" orkestralarının hazırlıklarını üç ayrı yerde izleme şansını bulduk. Teneke orkestra işi almış yürümüş, 100 kişilik orkestra var. O kadar müzisyen hep birlikte parçaya nasıl başlayıp nasıl bitiriyorlar inanılmaz. Herkes büyük bir ciddiyet içinde üzerine düşeni
yapıyor. Hayret içinde bu koca orkestraları dinledik ve Chaguaramas'a döndüğümüzde sanki karnaval'a katılmış gibi yorgunduk. Jesse ile ikinci turumuz korumaya alınmış bir yağmur ormanı vadisi ve kuş cenneti turu oldu. Sabah diğer yatçılar ile birlikte minibüse doluşarak "Asa Wright" adındaki tabiat merkezine gittik. Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra orman içinde bir vadide kurulmuş olan merkeze ulaştık. Yağmur ormanı içindeki bu yerde binlerce çeşit ağaç, çiçek ve nebat, yüzlerce tür kuş ve kelebek, sürüngenler çeşitli orman hayvanı ve böcekler varmış. Bu zengin yağmur ormanı içinde rehber eşliğinde iki saat dolaşınca epey de örnek görmek mümkün oldu. Yapabildiğimiz kadar fotoğraf ve filim çektik. Yağmur ormanı demek her zaman ıslak olan orman demekmiş onu da deneyerek öğrenmiş olduk. Filimlerde gördüğümüz gibi pala elde kese biçe dolaşmak sık nebat örtüsü nedeni ile pek mümkün değil, ancak daha önce açılmış yollardan gezebiliyorsun. Tabiat merkezinde verilen öğle yemeğinden sonra ise yine minibüse doluşarak deniz kenarına doğru gittik ve mangrov ağaçlarının arasındaki kanallardan koca bir
sandalla geçerek bir kuş cennetine ulaştık. Burada da rehber eşliğinde çeşitli kuş türlerini görmek mümkün oldu. Hele akşama doğru bütün kuşların bir adada toplanmalarını izlemek çok ilgi çekici idi. Akşam marina'ya döndüğümüzde hava çoktan kararmıştı bile. Son turumuz ise bir pazar yeri turu oldu. Minibüs bizleri sabah saat 6:30 da toplayarak şehir pazarına götürdü. Bizim pazar yerlerini andıran ancak değişik tür sebze, meyve, balık ve et satılan bu ilginç pazarı koştura koştura gezdik. Nilgün pazarcı kadınlarla konuşup tanımadığı sebzelerin nasıl pişirileceğini öğrendi, hayırlısı olsun. Chaguaramas'taki çekeklerin herbirinde bir veya iki restoran, bar, internet kafe bulunduğu, ayrıca marketler de olduğu için sorunsuzca hatta Port of Spain'e bile inmeden yaşantı sürdürülebilir. Üstelik Trinidad&Tobago tayfun bölgesi dışında yer alıyor. Birçok kuzey Amerikalının burada üslenip aylar geçirdiklerini öğrendik. Buradaki yatçılar çoğunlukla ABD, Kanada; İskandinav ülkeleri, İngiliz, Hollandalı, Almanlar ve diğerlerinden oluşuyor. Nilgün bir gece Amerikalı yatçılara Kayra 2004 filmini seyrettirdi ve epey ilgi çekti. Bütün bunlar olurken epey de zaman geçmiş oldu ve biz de eksiklerimiz giderilmiş olarak buradan ayrılıyoruz. Halkının samimiyeti, zengin tabiatı, diğer Karayip adalarına göre ucuzluğu ile dikkat çeken bu adaları hele teknede yapılacak işleri varsa herkese tavsiye ederiz. Şimdi yeni hedefimiz 80 dm kuzeymizdeki Grenada adası.
11 Şubat- 18Şubat : !0 Şubat Cuma önce Trinidad'tan çıkışımızı aldık ve akşam marinayı terk edip yakıt iskelesinden 300 litre ucuz (0,30US$/Lt) Trinidad mazotu aldık ve demir yerine geçtik. Cumartesi sabah 80 dm kuzeyimizdeki Grenada adasının güneyinde bulunan "Prickly bay" koyuna (11°59,5'K,61°45,9'B) aydınlıkta ulaşabilmek için erken, 2:30 da hafif bir havada yola çıktık. Bu koyda marina ve içinde gümrük ve pasaport polisi var. Toplam 120.000 nüfuslu Grenada, Cariacou ve Petit Martinique adalarından oluşan Grenada'ya giriş işlemlerimizi burada yapabileceğiz. Trinidad adasının korumasını geçince dalgalar bayağı irileşti ve kafadan gelmeye başladılar. Rüzgar doğudan esince motor/yelken hızlı bir şekilde kuzeye tırmanmaya başladık. Mehtaplı bir gecede önce akıntının yardımını aldık, sonra hava aydınlanınca akıntı tesine döndü. Dalgalara kafa vurmaktan ıslak bir şekilde 15:30 da demir yerine ulaştık. Marinada inşaat var, koy ise bayağı kalabalık. Marina'ya botla gidip, kalabalık bot iskelesinde bir yer bulup bağlandıktan sonra biraz yürüdük ve bir ATMden buranın parası EC$ (East Caribbean Dolar) aldık. Tekne akşam yağan bol yağmur sayesinde tuzlarından arındı ve pırıl oldu. Burası da
Trinidad gibi, yağmur ve güneş birlikteler, bitki örtüsü muhteşem, heryer yemyeşil ve çiçek dolu.Zaten Grenada'nın diğer adı da baharat adası. Başşehir "St. Georges" bulunduğumuz yere yakın, minibüsler 20 dakikada ulaşıyorlar. Giriş işlemi için gittiğimiz gümrükçü vize almamız gerektiğini, bunun için de St. Georges'e gitmemiz gerektiğini söyleyince Pazartesi mecburi bir şehir turu yaptık, vizelerimizi aldık ve etrafı, özellikle de pazar yerini gezdik. Şehirde 2004 yılı Eylülünde adanın güneyini vuran İvan tayfununun izleri halen görünüyor. Özellikle çatıları uçmuş kiliseler
dikkatimizi çekti. Tekneye döndüğümüzde ise bir Türk genç hanım bot ile ziyaretimize geldi. Eşi John ile komşu "Quest" teknesinde dünya turu yapıyorlarmış. Akşam tekneye davet ettik ve bu ilginç çift ile tanıştık. Aysel ile John Fethiye'de tanışmışlar ve 2004 Eylülünde oradan yola çıkmışlar. Ağır ağır batıya doğru yollarına devam ediyorlar. John yarı Danimarkalı, yarı Haitili oldukça bilgili ve marifetli bir denizci. Bize epey bilgi verdi. İki gün sonra onların teknesine gittiğimizde ise muhteşem müzik koleksiyonundan epey örnek alabildik. John'un Antalya'dan aldığı papağan Roco ise tam bir alem, durmadan birşeyler söylüyor. Bir taksici ile ada turu için anlaştık. Bir sabah bizi minibüsü ile alarak adanın batısından kuzeye doğru önce yağmur ormanı içindeki şelalelerden biri olan
"Concorde" şelalesine götürdü. Oradan bir baharat fabrikasına geçtik. Burada ormandan toplanan çeşitli baharatlar işleniyor ve satışa hazır hale getiriliyor. Sonraki durağımız ise adanın en önemli ihracat kalemi olan muskat (nutmeg) işlenen bir fabrika oldu. Zamanında Endonezya'dan getirilen bu ağaç burada çok verimli olmuş. İvan tayfunu ağaçlara çok zarar vermiş ama üretim devam ediyor. Öğle yemeğimizi adanın kuzeyinde Sauteur (sotör okunuyor) denen bir yerde yedik. Fransızlara teslim olmak istemeyen Karibler başka çıkar yol kalmayınca buradaki bir uçurumdan atlayarak bir kitle intiharı gerçekleştirmişler. Çok güzel manzaralı ama tarihi dolayısı ile hüzünlü bir yer. Buradan adanın doğusuna geçtik ve bir "Rom" fabrikasında şeker kamışından şişeye kadar rom imalatını gördük. Rom buraların içkisi
ama dehşet kuvvetli, 80 derece, dikkatli içmek gerek. Sonraki durak ise adada bol bulunan kakaoları işleyen bir çukolata atölyesi oldu. Katkısız, koyu bir çukulata üretiyorlar. Adanın ikinci büyük şehri Grenville'i geçerek eski havaalanı ve tepelerde Grand Etang gölünü de gördükten sonra St. Georgers'de bir supermarket durağı yaparak Prickly bay'e ve teknemize hava kararırken dönebildik. Bu arada Cape Verde Mindelo'da ayrıldığımız Katama teknesi de
Grenada'ya ulaştı ve St. Georges'deki iç liman Lagünde demirledi. Biz de teknedeki işlerimizi tamamlayıp bundan sonraki ada Cariacou'ya yolumuzu kısaltmak üzere 8 dm uzaklıktaki St. Georges lagününe (12°02,6'K,61°44,8'B) geçtik. Beş gece kaldığımız Prickly bay'den daha havaya kapalı ama çok küçük ve biraz itiş kakış bir yer. Burada önce Katama teknesine misafir olduk ve hasret giderip tecrübelerimizi paylaştık bir başka gün ise hem Katama hem de Quest teknesi mürettebatlarını Vagabond'a davet ederek neşeli bir gün geçirdik. Lagün şehrin içinde ama gece rüzgar kesilince tekneler bildikleri yöne dönüyorlar ve çatışma tehlikeleri doğuyor. Ayrıca trafik gürültüsü ve yüksek müzik sesi de cabası. Sakin bir lagün gecesi geçirmek için Grenada yat kulübünün marinası iyi bir çözüm olabilir. Biz de alışverişimizi tamamladıktan sonra 18 Şubat Cumartesi sabahı aynı koyda kalan Katama teknesinden Türkan ve Kerem'e veda ettik, kulüp iskelesinden eksilen mazot ve suyumuzu tamamladıktan sonra yaklaşık 30 dm kuzeydeki Cariacou adasının Tyrrel bay koyuna (12°27,3'K,61°29,2'B) doğru yola çıktık.
18-19 Şubat : Hava raporlarına uygun olarak rüzgar kuzeydoğudan 20 knot esmekte. Eh biz de kuzeye Carriacou adasına çıkacağız. Saat 10:30 da başlayan yolculuğumuz Grenada adasının batısından adanın koruması ile kuzeye çıkarken rahattı ama adanın kuzeyini geçince Atlantik'in kaba dalgalarını almaya başladık. Yelken çalıştırmak mümkün değil, motora kuvvet yükseliyoruz. Bu arada bir yeraltı volkanının da üzerinden geçtik. Bu volkan aktif olup azıştğı zaman etrafından dolaşmak gerekiyormuş. Ancak biz geçerken sakindi ve bir şey hisstmedik. Oldukça ıslak bir seyir ile 30 dm yolu 5 saatte aldık ve Carriacou adasının güneyindeki Tyrell bay koyuna diğer teknelerin arasına demirledik. Esen
rüzgara rağmen koy gayet korunaklı ve çok temiz bir denizi var, dip belli ki kumluk, pırıl pırıl görünüyor. Yerleştikten sonra botu indirip köyü keşfe çıktık. Koyun sahili nefis bir kumsal, arkasında küçük bir köy var. Doğuda bir çekek yeri görünüyor. Batıda ise bir iskele sonra liman inşaatı ve mangrov ağaçları arasında bir küçük lagün var. Çok sakin hatta ıssız denebilecek bir yer, bize biraz Saroz körfezinin kuzey kıyısını anımsattı. Ancak sahildeki binalardan birinde bir internet kafe (Arawak divers) bulduk. İnternet ve Skype adlı programlar sayesinde ucuz telefon görüşmesi yapmak mümkün. Hatta karşı tarafta "Skype" veya "msn Messenger" programları yüklü ise görüntülü görüşme imkanı da var. Bu sayede laptop bilgisayarımızı götürdüğümüz her internet kafeden dostlar ile görüşme imkanımız oldu. Arawak divers ayrıca Carriacou adası etrafında dalış yaptıran bir yer. Eresi gün de bu sakin koyda geçirdik. Bot ile mangrov ağaçlarının çevrelediği lagünü gezdik, çekek yerine gittik ve biraz tekne keyfi yaptık. Gece yağan yağmur yolda aldığımız dalgalardan kalan tuzları bir güzel temizledi. Bu adalarda tekne yıkamak diye bir dert yok, yağmur o işi fazlası ile yapmakta.
20 Şubat : Sabah saat 8:15 de sadece 4 dm uzaklıktaki ve Carriacou adasının merkez şehri olan Hillsborough'ya (12°28,9'K,61°27,6'B) geçmek üzere yola çıktık. Burası adanın kuzeyinde yer alıyor. Geniş bir koy içinde bir de iskelesi var. Bütün ada ulaşımı buradan yapıldığı için iskele kalabalık. Biz iskelenin batısına demirleyip bot ile karaya çıktık ve hemen yakındaki polis ve gümrük ofislerine uğrayıp Grenada'dan çıkış işlemlerimizi tamamladık. Carriacou coğrafi olarak Grenadin adaları gurubuna dahil olsa da idaresi Grenada'ya ait. Hatta biraz daha kuzeyde bulunan "Petite Martinique" adası da Grenada'ya ait ama gümrük vs. yok. Biraz da bu küçük kasabayı gezdik ve botumuzu alarak rüzgar ve dalgadan oldukça etkilenen bu koydan ayrılıp adanın biraz doğusundaki "Petit St. Vincent" adasına (12°32,0'K,61°23,0'B) saat 12:50 de yol verdik. Bu ada, kısa şekli ile PSV, St. Vincent & Grenadines devletine ait olmakla beraber özel bir ada, üzerinde 1950li yılların sonuna doğru adayı satın alan Amrikalı pilotların yaptığı ağaçlar arasına gizlenmiş lüks bir oteli var. Oldukça pahalı olan bu otelin (Gecesi 500 US$ civarı imiş) iskelesinin batısına inanılmaz güzel bir kumsalın önüne demirledik. Demir yeri pek kalabalık değil. Nefis denizde biraz sefa yaptık. Akşam da güzel bir ada manzarası karşısında yemeğimizi yedik. Gece hava değişti, önce rüzgar ardından yağmur bizi etkiledi ama 3 metre sudaki demirimiz hiç kımıldamadı bile.
21Şubat : Ertesi gün bu güzel demir yerini saat 9:00 da terkedip 6 dm kuzeydeki Union adasının Clifton şehrine (12°32,0'K,61°23,0'B) doğru hareket ettik. Her yer sığlıklarla dolu, çok dikkatli seyir gerekiyor. Clifton limanı da adanın doğusunda ve doğuda yer alan bir mercan sığlığı ile korunuyor. Ancak buna rağmen Alizelere açık ve demir yeri çalkantılı. Kalabalık demir yerinde kendimize Bougainvilla otelinin önünde bir yer bulup demirledik. Bu otelin bir iskelesi ve bot yanaştıracak yeri var. Union adası St. Vincent & Grenadines adalarının giriş yapılabilecek en güney adası. Gümrük ve polis biraz ilerdeki havaalanında. Küçük uçakların kullandığı bu havaalanına 10 dakikalık bir yürüyüş ile ulaştık ve işlemlerimizi tamamladık. Yolda teknik işler yapan bir yere tüp işini sorduk, adaptör olmadığı için dolduramıyacağını söyledi. Clifton küçük bir yerleşim ama sebze meyva satanlar marketler ve turistik eşya satan dükkanları eksik değil. Hatta iki dükkanın sahipleri fransız çıktılar. Buraya yerleşip işe kalkışmışlar. Öğle yemeğimizi Bougainvilla otelinin restoranında yiyip biraz da alışverişten sonra tekneye döndük. Doğumuzdaki mercan kayalarında kırılan dalgalardan kalkan pülverize su şiddetli rüzgar ile tekneyi iyice tuzlamış. Yeni bir yağmura ihtiyacımız var. Akşamı teknede biraz sallanarak ve Clifton manzarası seyrederek geçirdik. Beklediğimiz yağmur ise maalesef yağmadı.
22-23 Şubat : Bugünkü hedefimiz ise Union adasının kuzey batısında bulunan ve methini hep duyduğumuz Tobago Cays.(12°38,2'K,61°21,6'B). Doğusundaki "Horseshoe" mercan kayalıkları ile Atlantik dalgalarından korunan dört küçük ve kimsenin yaşamadığı adanın arasındaki demir yeri. Adaların sahili hep kumsal ardında ise hindistan cevizi ağaçları. Tam kartpostal manzaraları. Deniz ise başka bir alem. Açık mavi ve kumluk dibi gayet net görünen bir su. Kendimizi bir başka alemde hissettik doğrusu. Tek uygunsuz olay hiçbir doğal engel olmadığı için okyanusun bitmek tükenmek bilmeyen ve kış aylarında kuvvetli esen rüzgarlarına açık olması. Demir yeri de havaya rağmen epey kalabalık. En az rüzgar alan bir köşe olarak "Petit Rameau" ve "Petit Bateau" adacıklarının arasındaki kanalı bulduk ve bir Kanada bayraklı teknenin arkasına demirledik. Nispeten korunaklı bu yer de uçuyor ama daha doğudaki "Baradel" adasının kuzey ve güneyindeki demir yerlerine göre daha sakin. Hemen karşımızda ise T-shirt satan yerliler var. Uçuşan havaya rağmen bir deniz sefası yapabildik. Derken Tenerife adasının limanına girerken, sonra da Grand Kanarya adasında karşılaştığımız "Orient Express" katamaranının ekibini bu kez botlarında gördük. Selçuk
Karamanoğlu, eşi Catherine ve küçük Maxim biraz ilerde dolaşan deniz kaplumbağalarını görüp videoya almaya gidiyorlarmış. Tam bir tesadüf, onlar da Atlantiği geçip Martinik adasına ulaştıktan sonra güneye iniyorlarmış. Akşam yemeğine teknelerine davet ettiler. Hem kendi tuttuğu balıkları yedik hem de çektikleri su altı videolarını seyrettik. Oturup uzun uzun konuşma fırsatı oldu. Pasifikte bir yerlerde görüşmek üzere ayrıldık. Gece karanlığında Vagabond'u bulabilmek için epey uğraştık. Ertesi gün bu güzel ama rüzgarlı yerden ayrılmak üzere demir alırken bir sürpriz ile karşılaştık. Demir yerine ucu boş bir zincir çektik. Kuma iyice gömülen demiri çıkartmaya çalışırken fırdöndü civatası boşalıp demiri aşağıda bırakmış. Hemen kanaldan dışarı çıkıp diğer demiri hazırladık ve tekrar aynı yere demirledik. Komşumuz kanadalı olayı görmüş ve yardıma koştu. Onun da yardımı ile 6 metre derinde yatan sevgili demirimizi ve hatta fırdöndünün civatasını berrak su sayesinde rahatça toplayıp çıkarttık. Operasyon uzun sürdüğünden bir gün daha burada kalmaya karar verdik ve bize yardımcı olan kanadalı çifti öğle yemeğine davet ettik. Akşam rüzgar yine ortalığı kasıp kavurdu ama bu kez de 45 librelik CQR kımıldamadı yerinden. İki demirimiz de tekneyi mükemmel tutuyor. Üçüncü "Bügelanker" ise zincirlikte yedekte bekliyor.
24-26 Şubat : Sabah rüzgar altına (arkasına) demirlemiş olduğumuz Kanadalı teknenin bize bayağı yaklaşmış olduğunu farkettik. Telsiz ile yaptığımız görüşmede gece rüzgar artınca demir tarayıp üzerimize düştüklerini, birkaç kez demir tazelemek zorunda kaldıklarını öğrendik. Biz demirimizi sağlam görüp uyurken neler olmuş meğerse! Bu rüzgar sayesinde iki gündür demir konuşur olduk. Bugünkü adamız yine isminden çok bahsedilen Bequia (Bekva okunuyor) adasının Admiralty bay koyu (13°00,7'K,61°14,4'B). Önce mercan kayalığından çıkmak için batıya Mayreau (Mayro) adasına doğru 2 dm, sonra da Canuan adasını sancakta bırakarak kuzeye 26 dm katedeceğiz. Rüzgar yine kuzeybatıdan 25 knot civarında esiyor. Saat 9:00 da ayrıldğımız Tobago Cays demir yerinden sonra motor, anayelken, Atlantik dalgaları ile boğuşarak saat 14:00 de Bequia adasının batısında geniş bir koyun nihayetindeki korunaklı ve acayip kalabalık demir yerindeki bir tonoza bağlandık. Tonoz sahibi gelip 10 US$ ücretini aldı. Biz de bot ile sahile çıkarak tüpgaz peşinde koşturmaya
başladık. Boşalan tüplerimizi doldurabilmek için Fixman adlı bir teknisyen bize bir adaptör yaptı ve bu sayede uzun zamandır dolduramadığımız tüplerimizi "Grenadines Yacht Equipment" adlı mağazada doldurmaya verdik. Hepsi Pazartesi öğlene kadar dolacak, yani üç gün burdayız. Bequia 6000 nüfuslu bir yerleşim. Bir iskelesi ve polis, gümrük ofisleri mevcut. Tam turistik bir yer, pahalı olmak kaydı ile herşey var. Bol çiçekli bir sahil yolu boyunca dizilmiş pazar yeri, marketler, butikler, restoranlar, internet kafeler hepsi de canlı, kalabalık. Biz de bu dünyaya katılarak biraz alışveriş biraz gezi yaptık ve ortalığın sakin olduğu Pazar günü de kamyonet tipli bir taksi ile anlaşarak bir ada turu yaptık. Şoförümüz Dali bizi önce koya hakim kaleye çıkarttı, oradan adanın doğusuna geçerek şimdilerde seramik imalathanesi olarak kullanılan eski şeker kamışı değirmenine ve deniz kaplumbağası yetiştirme çiftliğine götürdü. Sonra yüksek tepe Mount Pleasant'a çıkıp etrafı seyrettik ve son olarak da adanın güneyindeki "Friendship bay" koyunu ziyaret ettik. Adada yaşayan yabancılar adanın doğu kıyısına yerleşmişler. Admiralty bay çok korunaklı bir koy, geceleri hep sakin geçti. Yatlar için ise ciddi bir servis var. Botlar tekneye yanaşıp su ve mazot verebiliyorlar. Ayrıca çamaşır servisi veren botlar da var. Bu arada Tobago Cays'de değiştirmek zorunda kaldığımız demirleri de tekrar eski haline getirdik.
27-28 Şubat : Pazartesi günü öğlen dolan tüpgazlarımızı toparlayıp saat 12:20 de tonozumuzu terkettik ve 7 dm kuzeyimizdeki St. Vincent adasının güneyindeki "Blue Lagoon" adındaki lagüne (13°07,6'K,61°11,5'B) yol verdik. İki saat sonra biraz sallantılı denizi olan lagünde bir tonoza bağlandık. Sallantı var ancak rüzgarın yönü sayesinde sadece baş-kıç doğrultusunda, idare edilebilir. Güney tarafı bir mercan kayalığı ile korunan lagünde Sunsail şirketinin işlettiği bir marina ve otel var. Ancak tonozlar başka bir charter şirketine (TMM) aitmiş ve gecesi yine 10 US$. Hemen bir minibüse atlayıp yakındaki başşehir Kingstown'a gittik. Canlı, kalabalık bir yer. Şehir limanın hemen arkasına yerleşmiş, çarşı-pazar hemen orada. Sahildeki balık halinin hemen yanı ise minibüs durağı. Biraz ortalığı dolaştıktan sonra halden balık alıp geri döndük. Sunsail otelinin barında biraz dinlenip bir Kanadalı ile lafladıktan sonra tekneye geçip balığımızı yedik. Ertesi
sabah 9:00 da taksi minibüs ile kısa bir ada turuna çıktık. Önce adanın doğusuna sonra kuzeye yönlenerek "Mesopotamia"
adı verilen bir vadiyi geçerek tepedeki "Montreal Gardens" bahçelerini gezdik. Mezopotamya adı vadiye akan birkaç nehir yüzünden verilmiş. Bahçeler ise özel, bir İngiliz 10 yıldır bu bahçelere bakıyormuş. Birçok tropik çiçek ve ağaç örneği görmek mümkün, yüksekte olduğu için de havası serin. Buradan Kingstown'a geçerek şehrin kuzeyindeki bir tepede Fransızlar tarafından inşaatı başlatılıp İngilizler tarafından tamamlanan "Fort Charlotte"a çıktık. Kalenin topları ilginç bir şekilde denize değil karaya ve doğrudan şehire bakıyor zira İngilizler tehlikenin denizden değil şehirdeki Afrikalı esirlerden gelebileceğini düşünmüşler. Öğle vakti tekrar Kingstown'a döndük ve "Cobblestone Inn" otelinin üst katındaki restoranda güzel bir yemek yedik. Sonra son alışverişlerimizi tamamlayıp lagüne teknemize döndük. Sallantılı lagünde son gecemizi geçirdik.
1 Mart : Bugün St. Vincent & Grenadines adalarındaki son günümüz. Plan şöyle: çıkış işlemlerini adanın batısındaki Wallillabou koyunda (13°14,9'K,61°16,5'B) akşamları köye gelen
gümrükçü ile yapıp bir gece daha adada yatıp ertesi gün erken St. Lucia adasına geçmek. Saat 8:00 doğru tonozumuzu bırakıp yola koyulduk. Hemen batıda Young Island ve onun da batısında deniz kenarındaki havaalanı ve Kingstown var. Sonra kuzeye yönelip 7 dm mesafedeki Wallilabou koyuna girdik ki dehşetli bir sandal hücumuna uğradık. Biri halat ister kıyıya bağlamak için, biri tonoza bağlan der, biri balık satmak ister, bir diğeri demir atmanın daha iyi olacağını söyler, bir başkası ise bütün bu yapılanların yanlış olup kendisini dinlememiz gerektiğini söyler. Hepsi de sancak iskele nereyi boş buldularsa oraya tutunmuş ve bağıra çağıra hep bir ağızdan konuşuyor. Baktık olacak gibi değil burayı acele terkedip Kingstown limanına geri dönüp çıkış işlemlerimizi yaptırdık ve bu kez daha da kuzeydeki"Chateaubelair" (13°18,1'K,61°14,1'B) koyuna demirledik. İyi ki de böyle yapmışız zira nefis bir koy, temiz bir deniz ve demirli birkaç tekne var. Yine gelen yerliler var ama yapışkan değiller ve git deyince de gidiyorlar. Bir deniz sefası ve akşam yemeğinden sonra rahat bir gece geçirdik. Sahildeki dik yamaçtaki ve tepedeki hindistancevizi ağaçlarının manzarası gerçekten nefisti.
2 Mart : Kuzeye doğru çıkışımız devam ediyor. Bugün 35 dm kuzeyimizdeki St. Lucia adasına gideceğiz. Adanın güneybatısında bulunan Piton tepelerinin kuzeyindeki Soufriere köyüne doğru bir rota tutacağız. Chateaubelair'i saat 7:00 terkettik. Kuzeye çıkmakta olan yelkenli filosunun içinde yerimizi
aldık. Ana yelken açık dikkatli bir şekilde adanın kuzey ucuna doğru motor seyrindeyiz. Buraları sağnak rüzgarları ile ünlü ama biz nefis bir 15 knotluk doğu rüzgarı bulduk ve yelken seyrine geçtik.St. Lucia'ya kadar da yelkene devam ettik. Pitonlar denizden sipsivri yükselen iki tepe. Güzel bir manzara oluşturuyorlar. Soufriere köyü de bize kükürt kokulu geldi ve yola devam edip Marigot koyuna (13°58,1'K,61°01,9'B) gitmeye karar verdik. Marigot koyu bir koyun içindem geçilen ikinci bir lagün, çok korunaklı bir yer. Lagünün içinde Moorings charter şirketinin bir marinası var. Koyun etrafı ise oteller ve restoranlarla dolmuş, fazlası ile turistik bir yer olmuş. Sadun Boro ağabeyimizin tarifine hiç de uymuyor. Biz lagünün içinde demirleyecek bir yer bulabildik. Hemen marinanın yanında bulunan gümrük ofisine gidip St. Lucia'ya giriş işlemlerimizi 30 EC$ (12 US$) karşılığında yaptırdık. Çevreyi dolaştık ve akşam sahildeki restoranlardan birine giderek bir akşam yemeği yedik. Bu korunaklı koyda olaysız ve rahat bir gece geçirdik.
3-6 Mart : Bugünkü hedefimiz adanın kuzeyindeki Rodney bay marinası (14°04,7'K,60°57,4'B). Kara içine doğru uzanan geniş ve uzun bir lagünde yapılmış her havaya kapalı bir marina. Bu marina ARC (Atlantic Rally for Cruisers) rallisinin bitiş noktası. Başlangıcı Kanarya adası idi. Kuzeye doğru tatlı bir doğu rüzgarı ile adanın korumasında, dalgasız bir denizde, bol tekne trafiği arasında geniş bir koy içinden girilen marinaya saat 11:00 de ulaştık. Hemen giriş kanalının solundaki yakıt iskelesine yanaşarak mazotumuzu tamamladık ve marina ile irtibata geçerek gösterdikleri yere kolonlar arasına bağlanarak baştankara yanaştık. Üç günlük bağlama anlaşması yaptık ama sonradan işler yetişmeyince bir gün daha uzatıp dört gün bu büyük marinada kaldık. Bu süreyi tekne bakım, temizlik, çamaşır, mutfak tüpü doldurma, alışveriş, çevre gezileri ve bazen de tembellik yaparak geçirdik. Yakındaki videocudan filim kiralayıp akşamları değerlendirdik. Pazar günleri bu adalarda hayat tamamen duruyor, yapacak pek bir şey olmuyor. Onun için başşehir Castries gezimizi 6 Mart Pazartesi günü sabahı yaptık. Castries küçük bir yerleşim ama bayağı hareketli. Limanda inşaat vardı ve gemi yoktu. Ancak belli ki çok sık gemi geliyor zira liman ve civarı bir turistik alışveriş merkezi haline gelmiş. Ayrıca şehrin büyük bir çarşısı da var. Öğle yemeğimizi burada yiyerek 15:00 de garajdaki minibüslerden birine binerek teknemize döndük. Adaların ulaşım araçları bu minibüsler. Hatta taksiler bile minibüs.
7 Mart : Bugün marinada son günümüz. Tekne toparlanması, hazırlık, son alışverişler, çıkış işlemleri derken öğlen oluverdi. Marina resepsiyonu civarında KAYRA2004 teknelerinden Teka 3'ün mürettebatı Denis ve Mary ile tesadüfen karşılaştık. Teknelerini marina'da bırakıp memleketleri olan ABD'ye gitmek üzere idiler. Biraz hasret giderdikten sonra onları havaalanına uğurladık, öğle yemeğimizi marinadaki kafelerden birinde yedik. Burada ise Avusturyalı bir çift ile tanıştık. Tekneleri "Neree" ile Türkiye'de gezmişler, EMYR rallisine katılmışlar. İzlenimleri çok müspet idi. Saat 15:de hemen koyun kuzeyindeki Pigeon Island demir yerine giderek diğer teknelerin arasına demirledik. Burayı bize Okura teknesinden denizci dostlarımız Doreen ve Archie tavsiye etmişti. Koya hakim bu yüksek ada Ingiliz amirali Nelson tarafından üs olarak kullanılmış. Halen koruma altında ve o zamandan kalma tesisleri gezip görebilmek, tepedeki kaleye çıkmak mümkün. Gezimiz sırasında buranın ikinci dünya savaşı sırasında amerikan ordusu tarafından telsiz ve gözetleme üssü olarak kullanıldığını da öğrendik. Tepedeki kaleden film/foto faaliyetlerimiz sonrasında sahildeki barda birer içki içip tekneye döndük. Sakin demir yerinde rahat bir gece geçirerek Karayip adaları gezimizin ikinci bölümünün ilk adası Martinik hakkında bilgi edindik. Doreen ve Archie ile Martinik adasının Marin limanındaki demir yerinde buluşacağız. 2003 yılında Mat teknesinde beraber Atlantik seyri yaptığımız bu İskoç çift ile bir zamandır yazışmakta idik.