GEZILER SAYFASI

Kayra 2004

KAYRA Karadeniz Yat Rallisi 2004

Bugün 3 Temmuz Cumartesi. Ataöy Marina alay sancakları ile donanmış teknelerle cıvıl cıvıl bayram havasında. Saat 9:30’da alay sancakları iniyor, palamarlar çözülüyor, usturmaçalar toplanıyor. Marina açıklarında Komodorumuz Teoman Arsay’ın Mat teknesinden yoğun bir duman ve ardından yankılanan bir top sesi, Teoman Ağabey ve ekibinin uzun ve yorucu çalışmalarının ürünü, KAYRA 2004 başlıyor. Rüzgarımız kararında, pruvamız neta olsun.

Sponsorlarımız tarafından özenle yaptırılan çantalar içinde dağıtılan şapka, t-shirt, flamalar, gözlük bantları, kaymaz tepsiler, bandanalar, havlu ve kravatların yanı sıra gezi boyunca bize yol gösterecek olan ralli kuralları kitabının son sayfası, hazırlık aşamasında ortaya çıkan şu gerçeklere ayrılmış:

Rallinin başladığı gün 35 yat, ve yaklaşık 110 kişi olacağız.

Türk sularından ayrılmadan önce yat sayısı 37’ye, Ukrayna’da 38’e yükselecek.

Katılımcıların sayısı 130’u bulacak.

Filonun toplam yakıt kapasitesi 35.000 litre. Yatların tankları tamamen boş ise doldurmak saatler sürer.

Filonun toplam su kapasitesi 25.000 litre. Bu yüzden önce depolar dolacak, sonra, eğer vakit kalırsa, tekneler yıkanacak.

Bütün teknelerin kıyıya aborda olması için rıhtım uzunluğu 500 metreden fazla olmalı.

Bütün teknelerin demir atıp kıçtan/baştan kara yanaşmaları için, usturmaça payı ile birlikte rıhtım uzunluğu 180 metreden fazla olmalı.

Yaklaşık 2500 kere demir atıp demir alacağız, ve rıhtıma bağlanacağız.

Rallinin sonunda toplam ortak deneyimimiz 70.000 deniz mili olacak.

Ralli katılımcıları 16 farklı ülkeyi temsil edecekler: Avustralya, Kanada, Fransa, Almanya, Hollanda, İsrael, Japonya, Moldava, Norveç, İsveç, İsviçre, Tayland, Türkiye, İngiltere, Ukrayna, Amerika Birleşik Devletleri.

Yatlarımız 12 farklı bayrak taşıyacaklar:

BAYRAK YAT ADEDİAntiqua & Barbuda 1İngiliz 4Kanada 1Fransa 2Almanya 3Hollanda 3İsrael 1St. Vincent – Japonya 1İsviçre 2İsveç 1Türkiye 7Amerika 11

Bir gece önceki KAYRA Balosu herkesi çok etkiledi. Umarım Kayra baştan sona aynı görkem ve coşku ile devam eder. İstanbul Boğazını geçerken yalıların o tadına doyulmaz güzelliği, Çengelköy açıklarında aramıza karışan, kıyıyı yalayıp tremola atan yarışçı yatların dinamizmi ile zenginleşiyor. Poyrazköy’de alargada kalıp güneş batarken bir balıkçı botu yardımıyla sahile çıkıyoruz. Poyrazköy Muhtarı ile tanışıp mangal üzerinde cızırdayan akşam yemeğimizi yedikten sonra neşeyle teknelerimize dönüyoruz.

Bugün 4 Temmuz Pazar. Saat 07:10. Karadenizin engebeli sularında rüzgar kuzeydoğudan 9-10 not esiyor. Vagabond’un ana yelkeni açık, motor eşliğinde saatte 7,3 deniz mili gidiyoruz. Sancakta sarp kıyılar, ufuk çepeçevre 15 derece yatmış yelkenlilerle ve salınan motoryatlarla süslü. Bulutlar arasındaki gediklerden güneş koyu gri bir denizin üzerinde gümüş desenler yaratıyor. Sabah 6:30’da Poyrazköy’den demir aldık. Kayra’nın ikinci günündeyiz.

Kefken’e yaklaştığımızda üstümüzde uçan özel uçaktaki arkadaşımız fotoğraflarımızı çekiyor. Kefken limanı küçük. Sevgili dostumuz, Kayra Temsilcimiz Teoman Yelkencioğlu bu sabah limanı bizler için hazırlamış, eşi ve iki oğlu ile birlikte Kayralılar’ı karşılıyor. Teknelerden bazıları demir atıp kıçtankara yanaşıyor, bazıları ise kıyıya balık istifi üstüste aborda oluyor. Kefken’e 1998 Kayra’sında dönüş yolunda uğramıştık. Gidilen yerlerde dost yüzlerle karşılaşmak güven veriyor. Kefken limanında ayrıca sevgili Güngör ve eşi Huriye’yi de görüp mutlu oluyoruz. Karavanları ile Türk kıyıları boyunca bizi izleyen bu çiftin değerini biz eski Kayra’lılar çok iyi biliriz. Yeni Kayra’lılar ise en fazla iki durak ötede öğrenecekler. Onlar bizim karacı destek kuvvetimiz.

Kandıra Bandosu’nun şefi 98’den bu yana değişmemiş. Miniklerin rengarenk kıyafetleriyle yaptığı folklor gösterisi ilgi çekiyor. Bu arada meydanda kurulan büyük bir sac tepsi üzerinde pişmaniyenin yapılışına tanık oluyoruz. Yabancı Kayralılar için bu yepyeni bir lezzet!

Akşam otobüs bizi sevgili dostlarımız Teoman ve Hidayet Yelkencioğlu’nun deniz kıyısındaki Kayra flamalarıyla bezenmiş evlerine götürüyor. Nefis bir günbatışı eşliğinde yenen akşam yemeğinde Kayralıların çoğu henüz tanıştıkları bu insanların kendilerini niçin yemeğe davet ettiklerini anlamaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra mesajı anlayacaklar, bu gezinin sonunda kendi ülkelerinde Karadeniz’i ve Türk insanını tanıtacaklar. Yemekten sonra Komodorumuz, Teoman bey ve ailesine, Kocaeli Valisine, Kandıra Kaymakamına, Kandıra ve Kefken Belediye Reislerine, İzmit Yelken Kulübüne plaketlerini verdi. Bizler ise sözcülerin yeterli olmasını diliyerek kendilerine bu içten karşılama ve içi hediyelerle dolu poşetler için teşekkür edebildik ancak.

5 Temmuz Pazartesi. Hava sakin. Karadeniz’e özgü bir solugan var sadece. Ereğli’ye 58 deniz mili yolumuz var. Öğleye doğru artan rüzgarla birlikte dalga da büyüyor. Tam kafadan. Bir not akıntı var. Orsa seyrinden randıman alabilen yelkenliler tremolalarla yol alıyorlar. Peçenek teknesi motor arızası bildiriyor. Yelken yapabildiklerini, sadece liman girişinde yardıma ihtiyaçları olacağını söylüyorlar. Bu dalgalı havada motor tamiri ile uğraşmak pek hoş olmasa gerek. Tanrı yardımcıları olsun. Fransız Epissure teknesinde ise ana yelken yırtılıyor. Açık kalan lumbozdan Kıraça teknesinin içine deniz suyu giriyor. Önümüzdeki bir haftayı her limanda minderler dahil herşeyi yıkayıp kurutmakla geçirecekler.Rüzgar en fazla 23 notlara çıkıyor, ama dalga büyüdükçe büyüyor. Sırılsıklam bir seyir. Üstümüz, başımız, teknemiz tuz içinde. Yanımızdan geçen tekneleri seyrediyoruz. Hepsinin bu dalgaya tepkisi farklı. Yelkenlilerin motoryatlardan daha stabil oldukları kesin. İki trawler tipi motoryat var ki, stabilizatör denilen ve her iki yana açılan kollar ile yalpayı bir hayli önlüyor. Ne yazık ki saatte ½ mil kadar yol kesiyor.

Ereğli Limanında donanmamızın bize ayırdığı rıhtıma aborda oluyoruz. 19:30’da Peçenek ve içindeki yorgun savaşçılar da çıkageliyor. Yarın Amiralimizin emriyle motor elden geçecek. Epissure’un yırtılan yelkeni Istanbul’a giden bir arabaya yükleniyor. Akşam Amiralimizin verdiği kokteylde hazır bulunan Ataköy Marina Genel Müdürü Sedat Altunay ve eşi ile birlikte, Amiralimize, Valimize, Belediye Reisimize ve Kayra temsilcimiz Harun Kaçmaz’a plaketlerini veriyoruz. Kayralılara yine içleri hediyelerle, Ereğli hakkında bilgi ve fotoğraflarla dolu birer poşet veriliyor. Yeni edindiğimiz dostlarımıza veda edip oradan ayrılıyoruz. Güneş, deniz ve sevgi kenti Ereğli’nin içini göremediğimiz için üzgünüz. Artık gelecek sefere...

6 Temmuz Salı. Sabah 05:30’da halatlar çözüldü. Hava sakin, deniz sakin. Peçenek’i limanda bıraktık, Azize de bir elektrik arızasından dolayı onunla birlikte kaldı. Saat 14:00’de 30 notlara ulaşan rüzgar dalgaları irileştiriyor. Atlaya zıplaya, bazen de iki dalganın arasına balıklama dalarak ıslak bir seyir yapıyoruz. Yine bir motor arızası haberi. Bu kez sahibi iri yarı, neşeli bir Viking olan İsveç bandıralı Cache Cache teknesinden geliyor. Yelken ile devam edeceğini söylüyor. İngiliz teknesi Integral da yelken yırttı. Üç günlük Karadeniz maceramızdan şu dersi çıkarıyoruz: Saat 12:00 civarında rüzgar kuvvetleniyor, dalga büyüyor. İlk birkaç gün sabah 06:00 da kalkmaya mızıklananlar, bundan böyle start saatine bakmaksızın sabah 05:00 gibi yola koyulacaklar.

Amasra’ya demir atıp yerleşiyoruz. Motor arızası bildiren Cache Cache’a tamirci geliyor, motorda herşeyin normal olduğunu, ama mazot tankının boş olduğunu bildiriyor. Yanmar iyi bir motor, ama ne yazık ki mazotsuz çalışmıyor! Amasra Yelken Kulübündeki kokteylde Kayra Temsilcimiz Hüseyin Çoban’a, sponsorlarımıza ve emeği geçen devlet büyüklerine plaketlerimizi veriyoruz. Yine elimiz kolumuz hediyelerle dolu oradan ayrılıyoruz. Hava çok soğuk – sanki mevsim kış.

7 Temmuz Çarşamba. Yaz geri geldi! Otobüslerle Safranbolu’ya gidiyoruz. Rehberimiz eşliğinde Hızır tepsinden müzekentin dokusunu kuşbakışı inceliyoruz. Dar sokaklardan yürüyerek aşağıya inip bir Osmanlı evini gezip o zamanki yaşam koşullarını öğreniyoruz. Safranbolu 1994 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları listesine eklenmiş. Ağaçlarla örtülü tipik bir avluda ikram edilen ünlü Safranbolu gözlemesi ve lokumunu tadıp, biraz da sahlep ve safran aldıktan sonra tekrar Amasra’ya geri dönüyoruz. Akşam üzeri Yelken Kulübü üyeleri ile birlikte güneşi batırmaya adanın tepesine çıkıyoruz. Amasra tarihiyle, coğrafyasıyla, fiziğiyle, beşeri yapısıyla kusursuz bir kent. Fatih Sultan Mehmet bunun farkına varıp kenti dünyanın gözbebeği olarak nitelendirmiş. Keşke daha fazla vaktimiz olsaydı, Bartın’ı da görebilseydik.

8 Temmuz Perşembe. 28 Deniz Mili yolumuz var. Korkutan havalar geride kaldı. Yırtılan yelkenler, Güngör sağolsun, Istanbul’da tamir edilip Amasra’da yerlerine takıldı bile. Arkamızda böyle bir desteğin olduğunu bilmek insana güven veriyor. Bir başka güven unsuru da Sahil Güvenlik. Komutanlarımız bizi bir an bile gözden ayırmıyorlar. Rahat bir seyirle Cide liman girişine gelip, tam girişte cıvarinalar ile karşılaşıyoruz. Rüzgar estikçe rıhtımdan toz bulutları kaldırıyor. Kayralı hanımlar çeşme başında çamaşır yıkıyorlar. Cide’li küçükler folklor gösterisinde. Bir sis bulutu batıdan üzerimize geliyor. Sislerin içinden Azize ve Peçenek’in çıktığını görüp avaz avaz sevinç gösterisinde bulunuyoruz. Akşam üzeri otobüslerle çıktığımız tepeden, yaklaşan sis tabakasıyla gizemli Cide doğasını seyrediyoruz. Havuz başında kokteyl, folklor gösterisi, güzel bir yemek, plaket töreninden sonra teknelere dönüyoruz.

9 Temmuz Cuma. Cide – İnebolu arası 39 Deniz Mili. 1998 Kayra’sında İnebolu’ya girmemiştik. İstiklal Savaşımızda Ankara’ya silah ve mühimmat ikmali yapılan bu yurtsever bölgemizi hep görmek isterdim. Yine bando mızıka karşılanıyoruz. Şehir turu sırasında bakımlı, restore edilmiş Osmanlı evleri ilgimizi çekiyor. Akşam yemeği sırasında Tekirdağ Yat Limanının temelini atan Sinop Valimize, Belediye Reisimize, Kayra temsilcilerimiz Mustafa Yaşar ve Yıldız Yılmaz’a plaketlerini veriyoruz. Inebolu’lu ustaların yaptığı tekneleri görmeye gidiyoruz

10 Temmuz Cumartesi. Sanki kumda bıraktığımız ayak izlerini geriye doğru takibediyor gibiyiz. Çaylıoğlu’na 98’de de uğramıştık. Herşey 6 sene önceki gibi – belki evlerin sayısı biraz artmış. Çok büyük ve korunaklı, bomboş bir liman, Ege kıyılarında gördüğümüz çam ormanlarının yeknesak yeşili yerine her çeşit ağacın bir yeşil renk cümbüşü sergilediği sık ormanlarla kaplı tepeler. Rıhtımda 6 minibüs bizleri bekliyor. Konvoyumuz, korumalar eşliğinde önce Ayancık’a, orada verilen kokteylde bölgenin ilerigelenleriyle tanıştıktan sonra da Çangal Ormanlarındaki dağ gölüne gidiyoruz. Ormanlarıyla bilinen İsveç ve Norveç vatandaşları bile bu bakımlı, genç ormandan etkileniyor. Vakit darlığından mağara gezisi planlarımızdan vazgeçip, ormanla çevrelenmiş yemyeşil bir kırın ortasında kurulu U şeklinde bir masanın çevresine sayın valimiz, kaymakamımız, belediye reisimiz, ve komutanlarımızın sohbetleriyle yediğimiz ızgaraların tadı hala damağımızda. Üşüyenler dağ evinin şöminesi başında ısınırken 17 ayrı dilde şarkılar söyleniyor. Ziyaret ettiğimiz her yerden tatlı anılarla ayrılıyoruz. Yorgun ve mutlu, Çaylıoğlu’ndaki teknelerimize geri dönüyoruz.

11 Temmuz Pazar. Yolumuz yine kısa. 39 mil. Hava güzel, deniz sakin, doğudan 10 not rüzgarla Sinop’a gidiyoruz. 98’de Bafra’dan geçerken kıçtan aldığımız dalgaların yalpasıyla raflardaki bütün kitaplar salonun ortasına dökülüp yerde bir yığın oluşturmuştu. Bugün ise bütün tekneler dalgasız bir denizde keyifle yelken yapıyorlar. Saat 11:00de Türkiye’nin en kuzey noktasından, İnceburun’dan geçiyoruz. Yolda Türkiye’nin tek fiyortu Hamsilos’a uğruyoruz. Alay sancaklarımızla tek sıra halinde bir tur atıp çıkıyoruz. Sinop, Karadeniz’in (Temmuz ve Ağustos’tan sonra) en güvenli limanı. Balıkçı tekneleriyle bir hayli dolu olduğundan 5-6 tekne üstüste aborda oluyoruz. Grubumuzun en genç elemanı Acaroğlu teknesindeki küçük Ece ilk adımlarını burada atıyor. Akşam Sinop Yelken Kulübünde, kulüp üyelerinin hazırladığı enfes yemeklerden oluşan açık büfe, plaket törenimiz, bir dia gösterisi, Fener alayı ve havai fişek gösterisi ile yine tadına doyulmaz bir günü noktalıyoruz. Bize hediye edilen minik Karadeniz takasını bu güzel günün hatırası olarak saklayacağız. Sinop Yelken Kulübü Başkanı Kayra temsilcimiz Tayfun Ör’e ve emeği geçen herkese teşekkür ederiz

12 Temmuz Pazartesi. Sabah 08:00de iki otobüs ile Sinop Cam Fabrikasını, Örsan Tekstil Fabrikasını ziyaret ettikten sonra 42 km uzaklıktaki Erfelek Tatlıca Şelalelerine gidiyoruz. 28 şelaleden oluşan bu doğa harikasının küçük bir bölümünü hayranlıkla keşfedip, yine gözümüz arkada, zamanın kısalığından yakınarak teknelerimize geri dönüyoruz. Öğleyin şehirde İl Jandarma Komutanlığı’nın bahçesinde güzel bir öğle yemeği, ardından saat 16:00’da Gerze’ye hareket.. Sevgili valimiz Alman Frangipani teknesinde yelken yapıyor.

Gerze Limanı çok geniş. 12-14 yaşlarında 20 kadar erkek çocuk merakla tekneyi ziyarete geliyorlar. Hepsi çok yaman. Rıhtımdan su alıp tekneyi yıkıyoruz. Kararan gökyüzünden bir şimşek, bir kıvılcım ve aynı anda bir gökgürültüsü hepimizin yüreğini ağzına getiriyor. Akşam kokteylde bu beldenin önemli kişileri, valimiz ve komutanlarımızla birlikteyiz.

13 Temmuz Salı. Sabah saat 05:00te demir alıyoruz. Samsun 75 Deniz Mili uzakta. Ya Karadeniz çok munisleşti, ya da biz dalgalara alıştık. Keyifli yelken seyirleri yapıyoruz. Saildance teknesinden bir haber: Dün çakan şimşek yüzünden otopilotları bozulmuş. (Daha sonra baktıklarında radarın da çalışmadığını görecekler) 36 teknenin yanyana bağlandığı bir rıhtımda tek hasar Saildance’de. Ne şans! Her sabah saat 09:00da kanal 77’de bir sohbet ve bilgi alışverişi yapıyoruz. Gidilecek limanlar ve, hava tahminleri hakkında konuşuluyor, doğum günleri (kimi zaman şarkılarla) kutlanıyor. Bunun dışında her tekne ait olduğu grubun başkanına önceden belirtilmiş noktalarda rapor veriyor. 12şer teknelik üç grubumuz var.

Samsun Yelken Klübü, Türkiye’de marinası olan ilk yelken kulübü. Onlarla gurur duyuyoruz, ve diğer yelken kulüplerine ve yerel idarelere örnek olacaklarını umuyoruz. Yat Kulübü Başkenı ve Kayra Temsilcimiz Serhat Belli, Kayra’nın sadece bir fikir olduğu günlerden beri sınırsız destek vermiş. Marinadan içeriye girerken yine geçmişi, 1998 Kayra’sını hatırlıyoruz. Eski Yelken Kulübünün üstü yarı açık binasının pencerelerinin hemen önüne, Kayra için konulan iri şamandıralara bağlanmıştık. Bugün deniz doldurulmuş, asfalt yol geçiyor. Marina şehrin biraz batısında yapılan barınağa taşınmış. Kayra için alelacele imal edilen elektrik/su dağıtım panoları bile bir gece önce rıhtıma monte edilmiş, bir anda modern bir marina kılığına bürünüvermiş. Akşam Vali Bey’in, Belediye Reisinin, Komutanlarımızın ve sponsorlarımızın da katıldığı güzel bir kokteylin ardısıra Samsun Konservatuarı hocalarından oluşan bir orkestranın verdiği son derece özgün etnik – new age türü konseri coşarak izledik.

14 Temmuz Çarşamba. Sabah otobüslerimize binip Ankara’nın yolunu tuttuk. Sivas’ta Komodor teknesine binen ve Ankara’ya kadar bizimle birlikte gelecek olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi arkadaşımız Sema Onurlu bize Ankara’nın tarihi hakkında bilgi veriyor. 1997’de 68 müze arasından Avrupa Müzeler Forumu EMYA birincilik ödülü kazanan Anadolu Medeniyetleri Müzesini ise deneyimli rehberimiz Murat eşliğinde, gerçekten kendimizi kaptırarak geziyoruz. Akşam yemeğini Ankara Kalesinin içinde Washington Restoran’da Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve Ankara Yelken Kulübü Başkanı, temsilcimiz Alp Acar ile birlikte yiyip onlara ve Sema arkadaşımıza plaketlerini veriyoruz. Geceleme Bilkent Üniversitesi öğrenci yurdunda. Ranzalarımıza tırmanırken yatılı okul günlerimize yeniden dönüyoruz.

15 Temmuz Perşembe. Boğazkale Milli Parkındaki Hattuşa’da Hitit krallığının tapınak harabeleri ve kapılarını, rölyeflerini uzman arkadaşlarımız Sema ve Murat eşliğinde gezip Çorum’da yerel yemeklerden oluşan çok ilginç bir öğle yemeğinden sonra, yine gurur verici bir müzeyi, Çorum Müzesini ziyaret ediyor, daha sonra yolumuza devam edip Samsun’a geri dönüyoruz.

16 Temmuz Cuma. Sabah yeniden otobüslere doluşup bu kez Yeşilırmak’ı takibederek Amasya kentimizi ziyarete gidiyoruz. Şehzadelerin eğitim medresesi, Ferhat ile Şirin’in, Lokman Hekimin mekanı, tarihin, bilimin, müziğin, sanatın beşiği Amasya, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet tarihinde önemli bir rol oynamış. Büyük Ağa Medresesini, Bayezit Kütüphanesini, Külliye’yi, Hazeranlar Konağını gezdikten sonra Vali Bey ile birlikte şehri tepeden seyredip, öğle yemeğinden sonra da Müzeyi gezip, geçmişte akıl hastalarının müzik ile tedavi edildiği Darüşşifa’da bir Türk Sanat Müziği konserini ilgiyle izliyoruz.

17 Temmuz Cumartesi. Bugün program hafif. Sabahtan Samsun Arkeoloji Müzesini ve Atatürk Müzesini geziyoruz. Atatürk’ü Samsuna getiren Bandırma vapurunun bir replikasını ziyaret etiyoruz Bir markete uğrayıp alışverişlerimizi, öğleden sonra da marinaya gelen tankerden mazot ikmalini tamamlıyoruz. Akşam eski yelken kulübü binasında dostlar arasında güzel bir akşam yemeğinde içten teşekkürlerimizle plaketlerimizi veriyoruz.

18 Temmuz Pazar. Fatsa’ya 60 mil yolumuz var. 98’de Fatsa’dan aldığımız 4 ortaokul öğrencisi delikanlıyı Ünye’ye kadar teknemizde misafir etmiştik. O dalgalı denizde pişirdiğim nefis makarna ve salatayı yiyebilmek için büyük bir çaba göstermişlerdi. Kimbilir neredeler, ne yapıyorlar. Fatsa barınağı da değişmemiş, insanların sevecenliği de...Hava durup durup bardaktan boşanırcasına yağıyor. Buraya gelirken Alman Hikk teknesinin pervanesine dolanan halat için Güngör bir dalgıç ayarladı. Dalgıcın su yüzüne çıkıp “pervane yok!” demesi üzerine zavallı Almanların yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz! Daha sonra pervanenin katlanır türde olduğu, bu yüzden dalgıcın onu göremediği ortaya çıktı, da hepimiz rahatladık. Fatsa Limanı yeşillikler içinde çok güzel bir yer, insanları da çok sevecen. Türkiye’nin ilk bayan Yelken Kulübü Başkanı, Kayra temsilcimiz Fatma Varnalı, Valimiz, Belediye Reisimiz ile rıhtımda verilen kokteylde görüşüyoruz, daha sonra da akşam yemeğinde gençlerimizin spor kıyafetleri ile oynadığı halk dansları ile yine coşuyoruz.

19 Temmuz Pazartesi. Yine rahat ve dinlendirici bir seyirle 25 mil ötedeki yepyeni bir limana, Efirli’ye (Ordu) ulaşıyoruz. Halk danslarımız her yöreye özgü figürleri, müzikleri ve kıyafetleriyle yabancıları olduğu kadar bizleri de büyülüyor. Yörenin özel ürünü olan fındık yağı hakkında bilgi alıyoruz. Fındık yağının yanma derecesi bir hayli yüksek olduğu için pişirme, kızartma, ve salatada çiğ olarak kullanılabiliyor. Kokusu yok, kollestrol sıfır. Zeytinyağına iyi bir alternatif olabilir. Hemen deneyeceğiz. Akşam otobüslerle teknelerimizi ve bütün Ordu’yu tepeden seyredebileceğimiz Boztepe’ye gidip, yöresel yemeklerin tadına varıyoruz.

20 Temmuz Salı. Efirli’den demir alırken Komodorumuz tatsız bir haberi VHF’ten duyuruyor. Hollanda bandıralı Pollux teknesi mürettebatından Camille enfarktus belirtileri göstermiş. Ambulans ile önce Ordu, sonra Trabzon’daki özel hastaneye naklediliyor. Onunla birlikte giden Melih’ten iyi haberler alıyoruz. Doktorlar kalbinin sağlam olduğunu, ama geziye devam etmesinin sakıncalı olabileceğini söylemişler. Trabzon’dan uçakla ülkesine dönecek. Yine aynı teknede bulunan doktor da ona eşlik edecek, onu sağ salim Hollanda’ya bırakıp tekrar bize katılacak. Giresun limanına bağlanıp tanker ile gelen suyla depomuzu dolduruyoruz. Polis Evinin deniz kıyısındaki güzel bahçesinde, rengarenk ortancalar arasında verilen kokteylde Giresun Yat ve Yelken Kulübü Başkanı, temsilcimiz Özer Akbaşlı, Valimiz,Belediye Başkanımız, Emniyet Müdürümüz ve Komutanlarımızla buluşuyoruz. Elimiz kolumuz hediyelerle dolu teknelerimize dönüyoruz.22 Temmuz Carşamba. Sabah 09:00da otobüslere binip konvoy halinde Gümbet Yaylası’na gidiyoruz. Istanbullu bir iş adamına ait güzel bir yayla evinin bahçesine atılmış minderler üzerinde hafif çiseleyen yağmur ve sis altında ikram edilen nefis öğle yemeğini yiyoruz. Grup yörenin yemeklerini öğrenmeye, gerekli malzemeleri ilk elden almaya başladı bile. Bundan böyle teknelerimizin kuzinelerinde Karadeniz yemekleri pişecek. Köy bakkallarından kuru dut, pestil, dut pekmezi, dağ çileği, bal, kara lahana, peynir, tereyağı, et, karalahana ve tavuk mantarı denilen bir çeşit yabani mantar alıyoruz. Ege ve Akdeniz’in yabancı turiste alışkın, israrcı, pişkin esnafına aşina olan Kayralılar, Karadeniz yaylalarının sakin, ölçülü fakat samimi ve dürüst esnafı ile keyifli bir alış veriş yapıyorlar. Otobüsler dönerken esnaftan “Nur yağdı! Nur yağdı!” nidaları yükseliyor. Dönüş yolunda Giresun Kalesinde durup, çay ve simit yiyerek limanın fotoğraflarını çekiyoruz.

Yarın yine yola koyulacağız. Yeni bir kent, yeni dostlar, yeni deneyimler... 16 farklı ülke insanı KAYRA isimli tek bir vücutta sımsıkı kenetlenmişiz sanki. Bütün antenlerimiz alabildiğine açık, gözümüzün önünde hızla canlanan bu yepyeni dünyayı 5 duyumuzla algılamaya, anlamaya, tanımaya, değerlendirmeye çalışıyoruz.

22 Temmuz Perşembe. Giresun – Trabzon arası 68 deniz mili yolumuz var. Sabah güneşle birlikte demir alıp yola çıkıyoruz. Hava parçalı bulutlu, çok hafif günbatısı esiyor. Yelkenler ayıbacağı triminde, bazı tekneler ise balon seyrinde. Karadeniz kıyılarında oturup sırtını denize dönmeyenler için güzel bir manzara oluşturuyoruz. Saat 13:00’de Trabzonspor tesislerinin yanına inşa edilmiş yeni marinanın bize ayırdığı iki pontona kıçtan/baştan kara yanaşıyoruz. . Kayra’nın bir limana yerleşmesi birinci tekneden son gelene kadar yaklaşık 3 saat sürüyor. Komodorumuz elinde bir telsizle her tekneyi boyuna, manevra yeteneğine, özel gereksinimlerine uygun bir yere yerleştiriyor. Teknesini emniyete alan herkes pontona atlayıp gelen teknelerin yanaştırılmasında Güngör’e ve Ali’ye yardımcı oluyor. Plaket törenimiz az ileride, Trabzonspor Tesisin bakımlı bahçesinde. Sayın Vali vekilimiz, Belediye Başkanımız, Turizm Müdürümüz, Sponsorlarımız ve Kayra Temsilcimiz Ufuk Dereli ve Talat Şiviloğlu’na plaketlerimizle teşekkürlerimizi sunuyoruz. Çok etkileyici bir folklor gösterisi izliyoruz. Akşam Pollux teknesinde, geçirdiği rahatsızlık nedeniyle yarın Hollanda’ya geri dönecek olan Camille’e uğrayıp iyi yolculuklar ve acil şifalar diliyoruz.

23 Temmuz Cuma. Sabah saat 10:00da klimalı, bakımlı üç Ulusoy otobüsü bizleri Sümela Manastırına götürüyor. Yol boyu binbirçeşit ağaçtan oluşan ormanlara hayranlık duymamak elde değil. Yörenin ormanlık dokusuna hiç uymayan çok katlı sevimsiz binalar bizleri üzüyor. Sümela’nın nefes kesici yokuşunu tırmanınca ikinci bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Binlerce yıllık fresklerin gözleri oyulmuş, üzerlerine isimler kazınmış, tahrip edilmiş. Bu isimlerin sahipleri gelecek nesillere miras kalacak antik Sümela’ya yaptıkları katkı ile gurur mu duyuyorlar acaba!

Otobüslerle yakındaki bir restoranda Karadeniz mutfağının özel yemeklerini ve tereyağlı alabalığını yedikten sonra gökyüzünü kaplayan yağmur bulutları altında şehre döndük. Ertesi gün güzel Trabzon şehrini enine boyuna gezip dolaştık ve yakıt, su, tüpgaz ve yiyecek ikmalimizi tamamladık.Bol su ile yıkanmaya hasret bir grup bayan yatçı hamama gidip pembeleşmiş yanaklarla, ipek gibi saçlarla geri döndüler.

25 Temmuz Cumartesi. Bütün filo birlikte saat 09:00’da yola çıktık. Trabzon’da bize katılaSümerkan yelkenlisi ile üç yeni Türk arkadaşımız oldu. Karadeniz göl gibi, hiç kıpırtı yok. Pruva düzeninde ilerliyoruz. Filonun uzunluğu yaklaşık 3,5 kilometre kadar. Rallinin fotoğrafçıları ve videocuları iş başında, nefis görüntüler yakalıyorlar. Rize Limanı Riport ticari bir liman. Kayra’ya tahsis edilmiş birkaç minibüs arzu edenleri şehirdeki alışveriş merkezlerine götürüyor. Akşam rıhtımdaki kokteylde Valimize, Rize ve Çamlıhemşin Belediye Başkanlarına, Kültür ve Turizm Müdürüne, Sponsorumuza ve Temsilcimiz Hamit Turna’ya içten teşekkürlerimizle plaketlerimizi veriyoruz.

Sabah acı bir sürprizle karşılaşıyoruz. Bakır madeni yükleyen bir geminin rüzgaraltında bulunan teknelerimiz bakır tozu ile simsiyah olmuş. Acele bir temizlik yapıp saat 10:00da bizleri Ayder yaylasına götürecek olan otobüslere yetişiyoruz.Yaylada, odundan yapılmış dağ evlerinin arasında bir lokantada, bulutsuz bir gökyüzüne rağmen nereden geldiği belli olmayan bir yağmur, gökkuşağı karmaşasında, dağlık yörenin otantik müzik aleti tulum ile folklor gösterisi eşliğinde dostlar arasında nefis bir öğle yemeği yedikten sonraAyder’in hiç çivi çakılmaksızın yapılmış ünlü ahşap otelini de görüp, yine yola koyuluyoruz. Otobüsler bu kez bizi Tekel’in çay fabrikasına, daha sonra da ünlü Rize bezi dokuma atölyesine götürüyor. El işi göz nuru zevkle işlenmiş masa örtülerine, fularlara, servis takımlarına hayranlıkla bakıyoruz.

27 Temmuz Salı. Rize’den Hopa’ya, yine ütülü bir denizde gidiyoruz. Puslu bir kıyı şeridinin ardında yüksek dağlar, arkalarında daha da yalçın dağlar, zirvelerindeki karlarla çok gizemli görünüyor. Mat ile yaptığımız Atlantik Okyanusu gezisi boyunca dalgalar büyüyüp şartlar zorlaştıkça Kristof Kolomb ve ekibini canlandırıyordum gözümde. Istanbul’dan bu yana yaptığımız 660 deniz millik yolculuk sırasında ise aklımda sürekli Altın Post’u arayan Herakles’in Argonotlar ile birlikte Argo gemisi ile yaptığı tarihi seyir; ve Tim Severin’in, yaptırdığıArgo replikası ile bu seyri çağımızdatekrarladığı gezi var. O günün koşullarındakendilerini sonu belirsiz bir maceraya atan bu gözü pek insanların nasıl yaşadıklarını, neler hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Karadeniz hep aynı deniz, ama şartlar o kadar farklı ki.... Hopa Limanı girişinde bizi karşılayan yelkenlinin bordasında Golden Fleece (Altın Post) ismini okuyunca Herakles’in duygularını aynen yaşıyorum. Henüz bizim arayışımız bitmiş değil. Gürcistan’a kadar Argo ile birlikteyiz.

Hopa da ticari bir liman. Kömür boşaltan gemileri görünce bir gün önce teknelerin üzerindeki bakır tozları geliyor aklımıza. Ama az sonra Kayra için yüklemenin durdurulacağı haberi gelince yüzümüz gülüyor. Depolarımızı mazot ve su ile, ambarlarımızı ülkemizin zengin sebze ve meyve çeşitleriyle tıka basadolduruyoruz. Sanki kıtlığa gidiyoruz! Akşam rıhtımda verilen dönerli kokteylde Hopa Kaymakamına, Belediye Başkanına, Türk kıyılarında bizi yalnız bırakmayan Sahil Güvenlik Komutanlığına ve Kayra temsilcimiz Bülent Akbaş’a teşekkürlerimizle plaketlerimizi veriyor, bizlerden desteklerini bir an için bile esirgemeyen sevgili dostlarımızGüngör ve Huriye’ye veda ediyoruz. Onları çok özleyeceğiz. Yemekten sonra izlediğimiz Fotoğraf ve resim sergileri, veBülent Akbaş’ın eşsiz slayt gösterisi ile Karadenizin Türkiye kıyılarındaki son durağımızda da unutulmaz bir akşam sona eriyor. Yarın ülkemizin sınırları dışına çıkacağız.

28 Temmuz Çarşamba. 18 millik bir mesafeyi yine motorla geçiyoruz. Çoruh nehrinin denize aktığı yerde mavi deniz bıçakla kesilmiş gibi bitip yerini alivyonlarla sütlü kahverengine boyanmış bir denize bırakıyor. Batum kıyıları kalabalık plajlarla dolu. Toplu bir seyir sonunda Batum rıhtımına yerleştik. Halk rıhtımda, gelen tekneleri inceliyorlar. Gümrük ve giriş işlemleri tekneye gelen görevliler tarafından bir çırpıda yapıldı. Rıhtım yüksek olduğu için karaya çıkmak bir mesele. Her teknenin pasarella düzeni farklı, tekne sahipleri tekneden inebilmek için emekleyen bebeklerden ip cambazlarına kadar her kılığa giriyorlar. Kayralılar rıhtımda toplanıyor, Komodorumuz, orada hazır bulunanBatum Konsolosumuza, Acaristan Başbakanına, Valiye ve Gürcistan temsilcimiz Jumber Tsomaia’ya (Joki) plaketlerini veriyor. Bu kez gerek kostümleri, gerekse kıvılcımlar çıkaran kılıç kalkan gösterisiyle oldukça farklı bir folklor gösterisi izliyoruz. Otobüslerle önce Sputnik tepesinden şehri seyrediyoruz, sonra Acaristan Müzesini ve Sanat Müzesini geziyoruz. Çok büyük ve zengin bir hal binasında sebze ve meyve alıyoruz. Akşam Türk Konsolosluğunun salonunda Türk konukseverliğini bir kez daha yaşıyoruz

Gürcistan’da gençlerin büyük bir çoğunluğu üniversite mezunu olmasına rağmen ülke son birkaç yıldır işsizlik ve yoksulluğun pençesinde. Sovyetler Birliğine bağlı oldukları yıllarda ortak bir ekonominin parçası olmanın acısını çekiyorlar. Bağımsızlığın bedelini çok ağır ödüyorlar. Gürcistanın bu zaafının bir bedelini de Calico isimli katamaranın sahipleri botlarını üzerindeki kıçtan takma motoru ile birlikte çaldırarak acı bir şekilde ödediler. Attitudes isimli teknenin 13 yaşındaki afacanı Keaton da yeni aldığı futbol topunu....

29 Temmuz Perşembe. Yine 30 Millik kısa bir seyrimiz var. Poti’de yat kulübüne ait bir marinada bağlanacağız. Kayra Temsilcimiz Juki bizi bot ile karşılayarak bağlanacağımız yeri gösteriyor. Yakındaki bir otelin çamaşır yıkama servisinden yararlanıyoruz. Yat Kulübüne ait duşlarda bol su ile duş almanın tadını çıkarıyoruz. Kulübün barında toplanıp bu gece bineceğimiz Tiflis trenindeki yerlerimizi öğreniyoruz. Çantalarımıza diş fırçamızı ve gerekli eşyalarımızı koyup otobüslerle gara gidiyoruz. Tren ikinci dünya savaşı filmlerinde gördüklerimizi hatırlatıyor. İlk şoku atlatıp, ıslak mendillerle ortalığı biraz temizleyip kapalı naylon torbalar içinde eski fakat temiz görünen çarşaflarıda yataklara serdikten sonra diş fırçalama ve tuvalete girme işini bir gün sonraya erteleyip yatıyoruz. Eşek sırtında uyumaya çalışmaktan pek farklı değil! Ama biz yatçıyız – alışığız - alışırız!

Sabah gözlerimizde mor halkalarla trenin penceresinden dışarıya baktığımızda Tiflis’in varoşlarındaki camları, doğramaları parçalanmış, terkedilmiş, metruk binaları görüp ‘burada ne işimiz var!’ diye düşünmeye başlarken tren duruyor, otobüslere biniyoruz, oldukça bakımlı ve düzenli bir şehir merkezinden geçip şık bir restorana geliyoruz. Tuvalet, diş fırçalama, yıkanma, bakım onarım işlerinden sonra güzel bir kahvaltı bizi kendimize getiriyor. Şarap yapımında kullanılan Misket üzümlerinin yetiştiği bağlardan geçip iki nehrin birleştiği bölgedeki Sketa kasabasına tepeden bakan antik bir manastır ve bir kilise gezdikten sonra Tiflis’e geri dönüp şehir merkezinde birbirlerine çok aykırı tarzlarda yapılmış binaları inceliyoruz. Daracık sokaklarda sanat eseri niteliğindeki resimlerin, ziynet eşyalarının, dokumaların ve dekoratif eşyaların üretildiği atölyeleri ve sülfür kokulu hamamları gezdikten sonra akşam yemeğini yemek üzere bugünkü yuvamız olan restoranımıza geri dönüyoruz. Yedi kişilik bir vokal grubu bir harmoni ustalığı ile bizleri coşturuyor, Frangipanni teknesinden Beatris’in, ve bir Gürcü delikanlının sergilediği emprovize dans ise gösteriye renk katıyor. Artık sevgili trenimize geri dönebiliriz. Kimsenin huysuzluk edecek hali yok. Başımızı yastığa koyduğumuz anda sarsıntıyı filan unutup dalıyoruz.

Poti’de herşey bıraktığımız gibi duruyor. Çamaşırlarımız yıkanmış, ütülenmiş bizi bekliyor. Akşam Yat Kulübü üyesi hanımların düzenlediği şahane açık büfenin yanısıra bir vokal grubunun yaptığı müzik, ve Miss World güzellik yarışmasını aratmayacak bir mayo defilesi özellikle erkek Kayralıları bayağı sarsıyor! Yarın ikinci büyük şehir, Kutaisituru var. Programda görülecek kiliseler, manastırlar ve bir sanat müzesi var.

2 Ağustos Pazartesi. Gitme zamanı. Çıkış formaliteleri çok kısa ve sorunsuz tamamlanıyor. İlk uzun seyrimize hazırız Sochi 120 deniz mili kuzeybatımızda. 12:00’de yola çıkıyoruz. Hava sakin, açık. Ufukta belli belirsiz görünen yelkenliler güneşin batmasıyla sancakta kırmızı, iskelede yeşil ışıklara dönüşüyor, muhteşem bir ışık oyunu bu! Yalnız değiliz! Bir sürü can yoldaşımız var. Akşam dolunayı hevesle beklerken bulutlar gökyüzünü kaplıyor, tam gittiğimiz yönde şimşekler çakıyor. Sabaha karşı mehtap bulutların arasından görünmeye başlıyor. Üçer saatlik nöbetlerle 21 saatlik seyrimizi tamamlıyoruz.

3 Ağustos Salı. Saat 09:00 Bir mültecimiz var. Bir küçük kuş. Sabaha karşı başlayan sağnak yağış ve rüzgarla Rusya’nın Sochi kentinin yüksek rıhtımına bağlanıyoruz. Fırtına ihbarı var, teknelerden bazıları yerlerini değiştirip gümrük bölgesinin rıhtımına bağlanıyor. Akşam Yat kulüpte folk müziği eşliğinde kokteylde plaket törenimizi yapıyoruz. Limanda ölü dalga ile alabildiğine sallanan teknelerimizdeyataktan düşmemeye çalışarak uyuyoruz.

4 Ağustos Çarşamba. Otobüsler bizi ormanların arasından 1000 metre yüksekliğindeki dağlardaki çay evine götürüyor. Çay çeşitleri ve çayın nimetleri hakkında bilgi alıp semaverlerle ikram edilen çayımızı folk gruplarının gösterilerini seyrederek içerken limandan gelen fırtına haberleri ile apar topar otobüslerimize doluşup eskort eşliğindeher türlü trafik kuralını çiğneyerek jet hızıyla limana geri dönüyoruz. Neyse, teknelerde hasar yok. Rıhtımdaki tankerden mazot alıyoruz. Tekne o kadar sallanıyor ki güvertemiz mazot içinde kalıyor. Neyse ki suyumuz bol, sıkı bir temizlik yapıyoruz. Mr. Muscle sağolsun. Tam yatmak üzereyken Kıraça teknesindeki dostlarımız beşik gibi sallanan teknelerine pasarelladan geçemedikleri için bize yatıya geliyorlar. Şu deniz insana ne oyunlar oynuyor!!!

5 Ağustos Perşembe. Sabah elimizde kalan üç-beş Rubleyi harcamak üzere son bir alışveriş turuna çıkıyoruz. Sochi aynı Marmaris gibi... Sokaklarda yerli halktan fazla, bikini ve mayolarla gezinen istakoz gibi kızarmış turistler var. Gümrük ve pasaport kontrolu her teknede bizimki kadar çabuk bitmiyor. Acaroğlu teknesindeki 2 yaşındaki Ece’nin pasaportsuz olması sorun yaratıyor! Efendi kaptanlarının Sinop’ta görevinden istifa edip geri dönmesiyle deneyimsiz olmalarına rağmen büyük bir cesaretle yola devam etmekte olan Acaroğlu ailesine destek olmak amacıyla yakın seyir yapmaya karar veriyoruz. 1998 senesinde Yalta’dan Trabzon’a giden upuzun seyrin daha en başında motorumuzun bozulduğunu, Gülbeyaz teknesindeki sevgili arkadaşlarımızın bizi tam 250 deniz mili yedeklediğini unutmamıza imkan yok. Saat 17:00de Yalta’ya doğru hareket ediyoruz. Limandan çıkar çıkmaz kafadan aldığımız iri ve sık dalgalar zaman geçtikçe daha da büyüyor, rodeo yapan kovboylara benziyoruz. Peçenek teknesindeki dostlarımız, bozulan otopilot yüzünden nöbetleşe dümen tutmak zorundalar. Tanrı yardımcıları olsun! Gece yarısı yarım ay çıkıp nöbetteki garibanları sevindiriyor. Sabaha karşı hava makulleşiyor, deniz düzgünleşiyor, moraller düzeliyor, gece yarım kalan uykular tamamlanıyor. İkinci gece mehtap hanım biraz daha zayıflamış ama çok daha etkili, sahneye çıkıyor. Istanbul’dan bu yana sanal refakatçilerimiz olan Argonotlar bizi Gürcistan’da terketmişlerdi, artık radar, GPS, otopilot, Yeoman, günümüzün gerçeklerine geri dönüyoruz.

7 Ağustos Cumartesi. Saat 08:00 Yalta önlerindeyiz. Geniş rıhtıma bağlanıyoruz. Gümrük ve Pasaport muameleleri için mendireğin gölgesinde bir plastik masa kuruluyor, Ukraynaca bir sürü form doldurup üzerlerine teknemizin mühürünü basıp imzalıyoruz. Elektrik ve suya kavuşmak çok güzel. Birkaç arkadaş ile birlikte Yalta’nın ünlü botanik bahçesine gidiyoruz. Şehri dolaşıyoruz. Akşam Churchill, Stalin ve Rosevelt’in Yalta Antlaşmasını imzaladıkları muhteşem Livadia Sarayı’nın özel yemek odasında, kristal bardaklı, gümüş çatal bıçaklı, antika porselenli bir sofrada Teoman ve kız kardeşi Nazan, Vladimir ve birkaç Kayralı arkadaşımız ile birlikte unutulmaz bir yemek yiyoruz

8 Ağustos Pazar. Yalta şehir turu, kayalıkların üzerinde Kırlangıç Yuvası diye adlandırılan bir şato ve Livadia Sarayını geziyoruz. Yorgun argın teknemize geri dönüp bütün gün Kayralılardan uzak taptaze dinlenmiş komodorumuzun teklifine hayır diyemeyip bu sefer Vladimir’in minibüsü ile Kırım dağlarının 1150 metre yükseklikteki yaylasında kurulmuş Tatar köyünü ziyaret ediyoruz. Kargacık burgacık sokakların ortasında odun ateşinin üzerinde kaynayan kazanların içindeki yemekler hiç de iştah açıcı değil. Türkçe konuşan kabile mensupları ile sohbet ediyoruz ve sattıkları şifalı otlardan alarak gönüllerini alıyoruz. Ekonomik amaçlarla çağ dışı kalması zorunlu turistik yerlerden biri, ama gördüğüm için mutluyum. Akşam teknede Nazan’a güle güle diyoruz. Ona çok alışmıştık, özleyeceğiz.

9 Ağustos Pazartesi. Sabah saat 08:00’de grup halinde Balaklava’ya hareket ediyoruz. Laspi Bay’de bir yüzme molası veriyoruz. Burası 8-14 yaşındaki çocuklar için bir yaz okulu niteliğinde. 1998 Kayrasında buraya teknelerle bağlanıp üstün yetenekli çocukların gösterilerini hayranlıkla izlemiştik. Demir alıp Balaklava’ya yöneliyoruz. Bütün filonun bu daracık limana girip balık istifi bağlanması Komodorumuzun sabrını bir hayli zorlamış olmalı, ama her zamanki nazik otoritesi ile bu çetrefil işi iki saat gibi kısa bir zamanda başarıyor. Balaklava bir denizaltı limanı. Denizaltılar limana bağlı gizli tünellerde saklanmış. İlk kez 1998 Kayra’da dört Kayra teknesinin bu limana girmesine izin verilmişti. Şimdi ise ‘Golden Symbol’ Marina’da bir sürü sivil teknenin yanıbaşında Kayra flamalarımız dalgalanmakta. Dünya sürekli değişiyor. Güneş batarken soluk kesici bir yokuşu azimle tırmanıp manzaranın güzelliği ile büyüleniyoruz. ‘Ooooo – İşte Türkiye!’ diyebilene bir şişe şampanya hediye ediliyor. Komodorumuz ise ‘Ohhhh I can see Turkey!’ deyip nefis bir grotesk hindi resmi kazanıyor. Orijinali onun, bize kopyalarını verecekmiş. Öyle diyor!Akşam Yat Kulübündeki kokteylde plaketlerimizi veriyoruz. Mazot tankeri saat 23:00den sabaha karşı 02:00ye kadar acilen mazota ihtiyacı olan tekneleri besliyor. Yabancı Kayralılardan birisi bana soruyor: “Kayra’ya ikinci kez katılmak sıkıcı değil mi?” Hiç düşünmeden cevap veriyorum: “Teoman gelecek yıl Kayra’yı yapacağını söylesin, hiç durmaz, yine giderim! (Atlantik’te değilsem tabii)” Bu Kayra eskisinin bir tekrarı değil. Her Kayra insanlarıyla, müziğiyle, danslarıyla, denizcilik deneyimleriyle yepyeni bir dünya açıyor önünüzde. Yarın yine yoldayız. Bu kez hedefimiz Sevastopol. Bakalım doğan güneş bize neler gösterecek.

10 Ağustos Salı. Balaklava’dan çıkıp 20 millik yolumuzun ortasında sarp kayalıkların böldüğü uçsuz bucaksız bir kumsalın önünde, lacivert, pırıl pırıl bir suya bıraktık önce demirimizi, sonra da kendimizi. Koca bir yaz geldi, geçiyor; oysa biz sadece iki kez girebildik denize. Denizle bu denli içiçe yaşayıp da girememek olur mu ya? Kayra biter bitmez tekneyi güneye indirip biraz tatil yapma kararı veriyoruz. VHF’te Teoman’ın sesi duyuluyor: ‘Off we go!’ Birkaç mil sonra Sevastopol’un tanıdık deniz kaleleri gözümüze ilişiyor. Bu kez ‘89’da yanaştığımız yerden çok daha merkezi bir yere, yolcu gemilerinin yanaştığı limana demir atıp kıçtan kara yanaşıyoruz. Bando mızıka ve mazot tankeri bizleri karşılıyor. Bütün teknelerin mazot ikmali saatler sürüyor, bu arada şakalaşmalar, yardımlaşmalar ve küçük tartışmalar da yaşanıyor. Mazot ikmalini bitiren özgürlüğünü ilan edip şehir merkezine yürüyor. Sevastopol Kırım Savaşını alabildiğine yaşamış, günümüzde binaları eski görkemine kavuşmuş

Kalabalık şehrin her yerinde, sağda solda Kayra üniformaları göze çarpıyor. Akşam Yat Kulübündeki kokteylde 1989’dan beri tanıdığımız Sevastopollularla sohbet etme olanağı buluyoruz.

Ertesi gün otobüslerle bir antik Yunan şehri olan Kersonesus kalıntılarını geziyoruz, sonra da Kırım Savaşını bütün dehşetiyle yansıtan, silindir şeklindeki Panorama binasına giriyoruz. Binanın duvarlarını çepeçevre kaplayan resim – enstallasyon – maket karışımı eserde Ingiliz, Fransız, Osmanlı ve Rus askerlerini, yaralıları, patlayan bombaları ile savaşı yaşıyor, kendi savaşlarımızı, kendi şehitlerimizi, kendi anıtlarımızı düşünmeden edemiyoruz.

Akşamüzeri bir tiyatro-dans topluluğundan kusursuz bir Carmen yorumunu izliyoruz. Düşüncelerim beni ister istemez yine altı yıl öncesine, 13-15 yaşlarındaki çocukların dans gösterilerini ayakta alkışladığımız yere, Laspi Bay’e götürüyor. Bugün Carmen’i oynayanlar o günkü çocuklar olmalı. Sanatla içiçe büyüdüler, eğitildiler, başarıya odaklandılar, kusursuzluk mertebesine eriştiler.

12 Ağustos Perşembe. 14-16 knot rüzgarla yelkenlerimizi doldurup Yevpatoria’nın yolunu tutuyoruz. Toz toprak içindeki limana 3-4 tekne üstüste aborda oluyoruz. Akşam üzeri otobüslere doluşup kenti geziyoruz. Mimari açıdan Istanbul’daki Aya Sofia camiinin benzeri olan bir cami ve bir kilise geziyoruz, camide Ankara’da eğitim görmüş Tatarlar ile sohbet ediyoruz. Akşam yemeğinden sonra camiden gelen ezan sesi eşliğinde teknelerimize dönüyoruz.

13 Ağustos Cuma. Kırım yarımadasındaki en son durağımız olan Çornomorskoye’ye 58 mil var. Sabah 8-10 knot ile başlayan rüzgar daha sonra tam kıvamına, 15 knotlara çıkıyor, tüm yelkenleri açıp güzel bir orsa seyri yapıyoruz. Batık gemilere çarpmamaya itina göstererek askeri limanın paslı iskelesine saat 17:00de aborda oluyoruz. Genç kızlar geniş iskeleye upuzun bir masa kurup üzerini yiyecek ve içeceklerle donatıyor. Az sonra işli bir örtüye sarılmış bir somun ekmek taşıyan genç bir kız ve erkek geleneksel giysiler içinde komodorumuza yaklaşıyorlar. Sıcak bir karşılama töreni, konuşmalar, plaketler ve hediyeler veriliyor. Rıhtım partisi gecenin geç saatlerine kadar devam ediyor. İnsanlarla anlaşmak için dil bilmek gerekli değil, ne de güzel konuşuyoruz!

14 Ağustos Cumartesi. Bugün yolumuz 65 mil. Kırım yarımadasından Karadenizin kuzeybatı köşesindeki Tendrov adasının kuzeyindeki sakin sularda alargada kalıp, botlarla sahile çıkacağız ve komodorumuzun ikram edeceği deniz salyangozlarını yiyeceğiz. Sığ suların çıkardığı iri dalgalarla sallan yuvarlan yol alırken telsizde Saildance teknesinin Ingiliz gemicisi 47 not rüzgarlarla karşılaştığını bildiriyor. Filonun geride kalanları yelkenleri toplayıp fırtına hazırlıkları yaparken Penguin teknesinin sahibi radar uzmanı George, kristal küresine bakan bir büyücü edasıyla ileride bir yağmur, fırtına ve elektrikli bir hava görünmediğini, duyuruyor. Az sonra Isveç bandıralı Cache Cache teknesindeki Vikingimiz Anders, Odessa radyosundan aldığı hava raporunu bildiriyor. Rüzgarlar kuzeybatıdan 5, 6, zaman zaman 7 kuvvetinde esecek! Bütün bu korku hikayelerine ilaveten, bu geceki demir yerimiz Tendrov adasına ilk ulaşan Amerikan katamaran Odyssey’den panik dolu bir ses birkaç askerin yüzerek teknesine çıktığını bildiriyor. Neyse ki komodorumuz ve teknesinde konuk bulunan Kayra temsilcimiz Vladimir onlara Kayra’nın oraları işgal etmek niyetinde olmadığını açıklıyor. Bütün filo yerine yerleştikten sonra botlarla kumsal sahile çıkıyoruz, her teknede değişik usullerle pişmiş deniz salyangozlarını şampanya eşliğinde afiyetle yiyor, yaktığımız ateşin başında Attitudes teknesindeki 17 yaşındaki Chelsea’den bassoon (fagot) konseri dinliyoruz.

15 Ağustos Pazar. Nikolayev 52 deniz mili uzakta. Ama bu kez rotamız açık denizde değil, Dinyeper nehrinin bir kolu olan Bug nehrinde seyir yapacağız. Sert esen rüzgar altında ortalama 6 mil sürat ile en küçük tekne en önde nehrin kıvrımlarında tremola ve kavançalarla sürekli dümen tutarak, numaralandırılmış şamandıraları izleyerek, gemi trafiğini kollayarak, arada sırada rallinin asi çocuğu Fransız Epissure teknesini hizaya sokarak çok zorlu bir 12 saat sonunda Nikolaev’e güneş batarken ulaştık. Demir atma faslı daha da olaylı geçti. Peçenek teknesi yerli palamarın yardımıyla iskeleye yanaşmak isterken kuma oturdu, kurtulduğunda alargada kalmaya karar verdi, fakat demiri tutturamadı. İkinci demir denemesinde ise dipteki kalın tonoz zincirine takarak kendini iyice (!) sağlama aldı. Bu zorlu ve yorucu seyirin sonunda bu tür talihsizlikler insanı gerçekten yıpratıyor, ama torunlarımıza anlatacak ne güzel maceralarımız var düşünsenize...

16 Ağustos Pazartesi. Ataköy Marina Müdür Yardımcısı arkadaşımız Yalçın Dülger ve eşi Angela Dülger, rahat durmamışlar, rıhtımdaki lokantanın kocaman masasını enfes bir kahvaltı sofrası haline dönüştürmüşler. Kahvaltıyı izleyen şehir gezisinde ilk durak Deniz Müzesi. Nikolayev tersaneleriyle ve gemi yapımcılığı ile ünlü bir kent. Müzede Kayra 2001’in plaketini görmek bizi çok heyecanlandırdı, müze müdürüne Kayra 2004’ün plaketini göndereceğimize söz verdik. Akşam bir restoranda borç çorbası ve nefis bir yemek yedikten sonra Yat Kulübünün binasında sıcak bir resepsiyonda kulüp üyeleri ile sohbet ederken orta yaşı birhayli geçmiş bir yelken hocası hanımefendinin piyanonun başına oturup şaşırtıcı bir kıvraklıkla George Gershwin’den, Cole Porter’den parçalar çalması ise gecenin en son sürprizi oldu.

17 Ağustos Salı. Odessa’ya 72 mil var. Bu kez nehir seyrimiz önceki kadar zahmetli değil. Ama bütün tekneler aynı fikirde değiller. Trabzon’lu Sümerkan teknesinden yardım çağrısı alıyoruz. Şamandıraların dışında çamura saplanmışlar. Onlara yakın olan motoryat Harem hemen yardıma koşuyor. Yarım saatlik bir uğraş sonucu Sümerkan’ı çekip çıkarıyor. Denize ulaşır ulaşmaz iskele kıç omuzluktan aldığımız 8-10 not rüzgar ile balonumuzu açıp Odessa’ya kadar 5.5 – 6 mil hızla gidiyoruz. Saat 18:00de Odessa TCF Nautical Club marinasına bağlanıyoruz. Elektrik, su, yaşasın uygarlık! Güneş batarken rıhtımdaki kısa karşılama töreninde Mat’ın yeni konukları, arkadaşlarımız Prof. Samim Ungan ve eşi Mehtap Ungan ile buluşuyoruz.

18 Ağustos Çarşamba. Yarım günlük şehir turunda ünlü Potemkim merdivenlerini, göçmekte olduğu için temeline sıvı cam enjekte edilerek kurtarılmaya çalışılan görkemli Opera binasını, gencecik şehitlerin mezarlarının başında 16-18 yaşındaki gençlerin günde sekiz saat nöbet tuttuğu meçhul asker anıtını ziyaret ediyoruz. Akşam sadece Kayra için verilen konserde Odessa’lı Soprano, Mezzo soprano, ve tenorları, gitarist, piyanist ve kemancıları, ve nihayet Japon Hydrangea teknesinde konuk bulunan sanatçı Yashimaro Funaki’nin piyanoda Schubert yorumunu hayranlıkla izliyoruz.

19 Ağustos Perşembe. Komodorumuz sabahın köründe bir uzun - bir kısa - bir uzun siren çalıp bize kaçta kalkacağımızı, nereye gideceğimizi, ne giyeceğimizi, dikte etmediği için ne yapacağımızı şaşırıyoruz! Teknedeki temizlik, tamir işlerini bitirip başıboşluğun keyfini yaşıyoruz Akşam özenle giyinip Türkiye Kiev Büyükelçimizin ve Türkiye Odessa Başkonsolosumuzun verdiği kokteyle katılıyoruz.

20 Ağustos Cuma Nihayet mazot iskelesine ulaşıp 220 Litre mazot ile depolarımızı dolduruyoruz. Saat 16:45’de çarşaf gibi bir denizde 125 mil yol alıyoruz Ali ve ben 4er saatte bir nöbet değiştiriyoruz. Ertesi sabah saat 7:00de Ust-Dunaysk açıklarında diğer Kayra tekneleriyle, ve bize Tuna nehrinde yol gösterecek olan pilot ile buluşuyoruz Kayra 2004 yatları, Tuna deltasına yeni açılan kanaldan, Girlo Bistroya’dan geçecek ilk yatlar olarak tarihte yerini alırken Komodor yatı MAT da bu kanalda karaya oturan ilk yat oluyor! Pilot botu komodorumuzu yanlış yönlendirmenin cezasını yarım saat onu çekip çıkarmaya çalışarak ödüyor. Tuna nehri mavi değil, çamur rengi akıyor. İki tarafında yükselen sık söğüt ağaçları ile eski ressamların eserlerini hatırlatıyor. Çeşit çeşit kuşlar, ağaçların seyreldiği ender yerlerde de yabani atlar ve büyükbaş hayvanlar görünüyor. Nehre giren çocuklar konvoyumuza laf atıyor. Saat 17:00de Izmail Limanına bağlanıyoruz. Rıhtımda büyük bir kalabalık bizleri bekliyor. Görkemli bir hoşgeldin-gülegüle partisi, folklor, plaket töreni, ve Ukraynalı temsilcimiz Vladimir’e veda ediyoruz. Alışmıştık. Ağustos’un 7sinden beri Ukrayna’da her limanda birlikte olduk. Onu özleyeceğiz.

22 Ağustos Cumartesi sabahı saati 05:00e kurup gümrük ve passaport memurlarını beklemeye koyulduk. Azize 2 teknesinden gelen çay desteğiyle memurlar bütün işlemleri bir çırpıda bitirip bizi azad ettiler, sağolsunlar. 10 Millik bir nehir gezisinden sonra, işte Romanya’nın Tulcea kentinin Aker Tersanesinin limanındayız. Giriş işlemleri hemen bitiyor, otobüse binip Kayralılara delta turu yaptıracak 2 yolcu gemisinden birine biniyoruz. Gemide öğle yemeği yiyip Tuna nehrinin doğal hayatını incelerken hiçbir sorumluluk üstlenmeden yaptığımız bu gezinin, şu son iki gündür aynı nehrin üzerinde kendi teknelerimizde yaptığımızdan ne kadar farklı olduğunu düşünüyoruz. Akşam otobüslerle nehrin kıyısındaki restorana gidip danslarıyla, giysileriyle, müziği ve yemekleriyle Romen folklorunu tanıyoruz.

23 Ağustos Pazartesi. Bugün yolumuz uzun. 146 mil. Sakin bir havada Tuna nehrini boydan boya inip Sulina’ya, denize ulaşıyoruz. Hemen dört yelkenimizi birden açıp dörtdörtlük bir yelken seyrine hazırlanıyoruz. Rüzgar batıdan, kuzeybatıya, sonra da kuzeye dönüp sığ sularda çok iri dalgalar kaldırıyor. Can havliyle önce cenoayı, az sonra da ana yelkeni indiriyoruz, karanlık basıp da rüzgar göstergesi 50-55 notları vurmaya başladığında mizana ve staysailin bu havada fazla geldiğini görmemize rağmen yelken indirmek için rüzgara dönmenin hem direk, hem yelken için kötü sonuçlar doğuracağını düşünüyoruz. Rüzgar dalgaları kaldırıp kırbaç gibi arkamızdan savurduğu için içimiz dışımız sırılsıklam. Sancakta ve iskelede alev alev petrol platformları haricinde ışıksız, karanlık, buz gibi soğuk bir seyir. Otopilot teknenin sağa ve sola dönmesini engelleyemiyor, ve iki kere toparlamaya çalışırken kumandayı elden bırakıp ters yöne dönüyor ve tremola atıyor. Hemen dümene geçip tekneyi tekrar rotasına oturtuyorum. En büyük korkum telsizde bir PAN PAN veya MAYDAY çağrısı almak. Bu havada bu karanlık denize biri düşse bulmamıza imkan yok. Yardım için manevra yapmamız bile imkansız. 50 not rüzgar ve çıkardığı dalgalar katmış bizi önüne, 8-10 not hızla koştura koştura gidiyoruz. Tan yeri ağarırken Mangalia limanında sükunetin tadını alıyoruz. Müthiş bir geceydi, en uzun geceydi, üzerinde en çok konuşulan geceydi:

“O gece her dinden insan yardım için tanrıya ulaşmak istiyordu.” Nuray UZUNÖZ, y/y PEÇENEK

“Önce, ‘bitsin bu gece’, daha sonra ‘bu gece bitecek mi?’ diye düşündüm.” Nisa BAYKUT, y/y KRAÇA

“Beş Kayra içinde en kötü havayı 2004 Kayra’sında yaşadık.” Teoman ARSAY, y/y MAT

 

Gündüz gözüyle baktığımızda mizana yelken arabalarından ikisinin kırılmış, mizana balenlerinden birinin yuvasından çıkıp denize uçmuş olduğunu görüyoruz. Gelen her teknede irili ufaklı hasarlar var. Uykusuz gözlerde bir pırıltı ile herkes maceralarını anlatıyor. Cache cache bir yelken balenini kaybetmiş, Integral’ın cenoası paramparça olmuş. Acaroğlu’nun ana yelken mandarı kopmuş, sarsıntıdan direğin kırıldığını sanmış.

Akşam rıhtımda bir kokteyl ile kentin ileri gelenleri ile tanıştık. Teknelerimizin depolarını mazotla doldurduk. Artık bizi Türkiye’ye götürecek kadar mazotumuz var.

25 Ağustos Çarşamba. Otobüslerle Karpat dağlarına ve Transilvanya bölgesine hareket ediyoruz Çatıları çelik ile kaplı, garip kuleleri olan evler dikkatimizi çekiyor. Bunların çingene köyleri olduğunu, çatıdaki kule sayısının o evdeki erkek çocuk sayısını yansıttığını rehberimizden öğreniyoruz. Sinaia’da Kralın yazlık evi olan kasvetli Peles Şatosunu ziyaret ediyoruz. Tipik bir Alman köyünü andıran Braşov’un parke taşlı sokaklarını adımlıyoruz. Braşov’lular savaş sırasında Türklerin ve Rusların baskısından korkup Almanlardan yardım istemişler, ve yıllarca Almanlar tarafından yönetilmişler. Akşam tipik bir restoranda alevli tavuklar yiyip otelimize gidiyoruz.

26 Ağustos Perşembe. Otobüsle yemyeşil ormanların arasından virajlı bir yoldan bu kez Bran’a, Drakula’yı ziyarete gidiyoruz. Yarasalarla, örümcek ağlarıyla tüyler ürpertici bir yer beklerken, çok sade ve zevkli döşenmiş bir şato ile karşılaşıyoruz. Bu şato Bran geçidini Türklerden korumak amacıyla Braşovlular tarafından yapılmış. Ben kralın yerinde olsaydım, Peles Şatosu yerine burada oturmayı yeğlerdim. Çavuşesku ailesi de böyle düşünüp burada oturmayı istemiş, ama çeşitli nedenlerle vazgeçmiş. Romanya’nın eski başkenti Targovista’da tırmandığımız kulenin duvarlarında Drakula ismiyle de tanınan Kazıklı Voyvoda’nın resimleri ve marifetlerini yakından izledik. Bükreş’e vardığımızda akşam yemeği ve otele gidip dinlendik

27 Ağustos Cuma. Bükreş’te Çavuşesku’nun güzelim eski binaları yıktırarak yaptırdığı kocaman zevksiz binasını göremediğimiz için fazla üzülmeden Köy Müzesi diye anılan, tarihte Romanya’nın dört bölgesinde uygulanan mimari tarzlarda yapılmış çeşitli binaların replikalarını sergileyen bir açıkhava müzesini gezmeye koyulduk. Bazı evlerin içini görmek mümkün, hiç demir çivi kullanılmadan, birbirıne geçme kalaslarla yapılmış, kimi kiremit, kimiyse saz ve kamış çatılı binaları ve yel değirmenlerini seyretmek gerçekten ilginç. Mangalia’ya geri dönüp ekmek ve meyve gibi temel ihtiyaçlarımızı alıyoruz. Yarına yolculuk var.

28 Ağustos Cumartesi. Çıkış formalitelerini hızla tamamlayıp yola çıkıyoruz. Az sonra yağmur değil, tufan başlıyor. Bir anda çevremiz bembeyaz bir bulutla kaplanıyor, ve her yanımıza yıldırımlar düşüyor. Radarı ve VHF’i kapayıp gözümüzü açıyoruz. Birdenbire önümüzde beliriveren Aline’e çarpmamak için dümene saldırıyoruz. Rüzgar tırmanıyor, tırmanıyor, 60 notlarda asılı kalıyor. Bu da geçen gecenin başka bir versiyonu. Şimdi rüzgar daha şiddetli, buna rağmen o gece kesinlikle daha korkunçtu! Bulgaristan’ın Golden Sands Marina’sının önünde iri dalgalarla sallanarak bir saat kadar bekledikten sonra yağmurda tertemiz yıkanmış teknelerimizle nihayet içeriye girip, güçlü bir rüzgarın muhalefetine rağmen tonozumuzu alıp yerimize yerleşiyoruz. Sağnak yağış altında pasaportlarımızı, mürettebat listelerimizi polise götürüp işlemlerimizi tamamlıyoruz. Cenoası paramparaça olan Peçenek’teki arkadaşlarımız İlhami ve Nuray’a “geçmiş olsun” diyoruz. Akşam yemeğe davetli olduğumuz otele yürüyerek nefis bir yemek yiyip harika bir gösteri izliyoruz. Istanbul Ataköy Marina’dan arkadaşlarımız Faruk ve Aslı Kutay ile buluşmak çok güzel.

29 Ağustos Pazar. Varna turuna katılıyoruz. Bizler Arkeoloji Müzesini gezerken Ali, Mehmet ve İlhami para bozdurmaya gidiyorlar, döndüklerinde biraz tuhaf halleri dikkatimizi çekiyor. Az sonra baklayı ağızlarından çıkarıyorlar. Sokaktaki bir adama para bozdurmaya kalkıp birhayli para kaptırmışlar! Dönüşte şarap tadım programında kendilerini şaraba boğup unutmaya çalışıyorlar. Akşam Israil bayraklı Ayala teknesindeki denizci çocuklarımızın doğum gününü rıhtımda kutluyoruz

30 Ağustos Pazartesi. Arbanassi isimli köyde 16.cı yüzyıldan kalma bir kiliseyi geziyoruz. Duvarlardaki resimlerden özellikle insanın hayatını simgeleyen bir çark ilgimizi çekiyor. Daha sonra gezdiğimiz ev gerek mimari, gerekse iç dekorasyonuyla Safranbolu evlerini hatırlatıyor. Tabi bu bölgede birçok Türk yaşamış. Güneşli güzel bir bahçede açıkhavada, Bulgar folk dansları seyrederek yediğimiz yemekten sonra eski başkent Veliko Turnovo kentine gidiyoruz. Şehrin tepesindeki kalenin içinde kurulmuş kilisenin duvarlarındaki resimler İncilden değil, Bulgaristan’ın tarihinden tüyler ürpertici olayları yansıtıyor. Buraya ibadete gelen insanın kendini huzur içinde hissetmeyeceği kesin.

31 Ağustos Salı. 47 mil yolumuz var. Nessebar çok tipik bir tatil kasabası. Akşam rıhtımda etnik new age tarzında çalınmış bir müzik eşliğinde modernize edilmiş Bulgar folk danslarını çok genç ve usta dansçılardan izliyoruz.

1 Eylül Çarşamba. Bugün nadir serbest günlerimizden biri. Yine ne yapacağımızı şaşırıp, tekneyi onarıp temizliyoruz, şehri ve yarımadasını keşfe çıkıyoruz Akşam götürüldüğümüz restoranda çocukları da mutlu eden güzel bir gösteri izliyoruz.

2 Eylül Perşembe. Artık Türkiye sınırları içindeyiz. Yuvamıza döndük, ve bunu sadece Türkler söylemiyor. Ataköy Marina’dan Deniz pasaportlarımızı toplayıp girişimizi yapıyor. Akşam Komodorumuzun davetlisiyiz. Marinanın garsonlarının servis yaptığı balıkları yiyip, kendi gösterimizi kendimiz yapıyoruz.

3 Eylül Cuma. Isteyen Poyrazköy’de durabilir. Biz oğlumuzu özledik. Dosdoğru Ataköy’e!

Eve dönmek ne güzel!

Geriye dönüp baktığımızda Karadeniz’de yaptığımız toplam 2045 milden, 620 milini yelken, 1425 milini motor ile gittiğimizi görüyoruz. Yaklaşık 1010 Litre mazot harcamışız. Altı ülkenin 35 limanında 35 kere demir atıp bağlanmışız veya aborda olmuşuz. Her limanda bizim ortak projemiz için çabalayan kişilerle dostluk kurmuşuz. 16 ülkeden gelen 115 kişi ile tam 64 gün Kayra bayrağı altında kader birliği yapmışız. Kayralıların her biri gerek denizcilik alanında, gerekse insan ilişkilerinde çok şey öğrendi, önyargılarından kurtuldu, kendine, mürettebatına, arkadaşlarına ve teknesine güveni arttı. Denizci çocuklarımız Ece (ACAROĞLU), İsmail (AZİZE 2), Bar ve Shoham (AYALA), Chelsea ve Keaton (ATTITUDES), Capucine ve Camille (BLEO GWENN 7)’in içindeki deniz sevgisi daha da güçlendi. Komodorumuz Teoman Arsay’ın ivmesiyle, Başbakanımızın desteğiyle, Ataköy Marinamızın ve Yat Kulübümüzün, Organizasyon Komitemizin bütün yıl süren çabalarıyla, Türk Sahil Güvenlik Komutanlığıyla, Gezilen bölgelerin Yerel Yönetimleriyle, Kayra temsilcileriyle, ayrıca isimleri anılamayan birçok kişinin emeği ile başlayan bu macera, sonunda Kayra’yı bir dostluk yumağına dönüştürdü. Kayra’nın geleceği ne mi olacak? Benim kişisel fikrim şöyle: Karadeniz kıyıları Kayra’yı bekliyor, Kayra gelince de bütün içtenliği ile kucak açıyor. Sevgili Komodorumuz Kayra’yı yapsa da yapmasa da yatlar her yıl Karadeniz’i ziyaret edecek. Bize gelince, Teoman Arsay’ın komodorluğu altında iki Kayra yapmış olmanın ayrıcalığını ömür boyu gururla taşıyacağız.

SAYFA BASI

GEZILER SAYFASI