BEN AMERİKALI DEĞİLİM!
Ne yazık ki teknem Amerikalı. Amerikalı bayrağı taşıyan yüzlerce boynu bükük Türk denizcisinden biriyim. Bunun ne anlama geldiğini sadece yabancı bayrak gölgesinde yaşayan bilir. Vatansız, kimliksiz, ülkesi tarafından dışlanmış bir denizciyim ben. Bu şartlar altında bir denizcinin neler yaşadığını buyurun, ilk elden dinleyin.
Yıllarca 4 metreden 9 metreye kadar çeşitli teknelerle Türk sularında ve komşu ülkelerde yelken yaptıktan sonra günü geldiğinde bizi Okyanuslara taşıyacak güçlü kuvvetli bir yelkenli peşinde koşmaya başladık. Piyasayı kolaçan ettik, yeni tekne yaptırmanın yollarını aradık. İşin maliyeti beynimizde şimşekler çaktırınca sıfır tekne sevdasından vazgeçip kullanılmış tekne aramaya başladık.
Arayış tam üç sene sürdü. Çeşitli yaş ve modellerde onlarca tekne gezip, kimini yetersiz, kimini sevimsiz, kimini de pahalı bulduktan sonra, günün birinde Kuşadası Marina’da hayallerimizi süsleyen tekneye rastladık. WILD VENTURE 13 metre boyunda, 13 ton ağırlığında uzun salmalı, klasik görünümlü, 1982 Taiwan doğumlu bir ketch. Yaşı biraz geçkince, ama çok bakımlı ve güçlü bir tekne. Üstelik istenen fiyat da bütçemize uygun. Bize bir mucize gibi görünen bu karşılaşma sonucu teknede gördüğümüz küçük kusurları göz ardı edip devir teslim işlemini tamamladık. Her gülün bir dikeni olur, değil mi? Yeni teknemizin biricik kusuru milliyetçi ruhumuza aykırı düşen, göz zevkimizi zedeleyen yabancı bayrağı idi. Araştırdık, soruşturduk, acı gerçekle karşılaştık: Kullanılmış bir yabancı bayraklı tekneyi ithal etmek Türk yasalarına aykırı! Yasaların yakın bir gelecekte değişebileceğini umarak yabancı bayrağımızla uzlaşmaya çalıştık. WILD VENTURE’ı aldığımız günden beri binlerce mil seyir yaptık. Çıkan sorunların hiçbiri halledilemeyecek boyutta değildi. Gerektiğinde dişimizi tırnağımıza takıp bizzat kendimiz uğraşarak tekneyi bugünkü mükemmele yakın durumuna getirmeyi başardık. Emekli olur olmaz da teknemizi evimize dönüştürdük. Adını geçen yıl ülkem insanının ve bizim daha kolay telafuz edebileceğimiz şekilde VAGABOND olarak değiştirdik. Şimdi Temmuz’da başlayacak dünya turumuz için son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Onlar ermiş muradına….
…Tam değil. O küçük pürüz hala tüm ihtişamıyla dalgalanıp duruyor. Gittiğimiz limanlarda teknemizde kendi bayrağını gören Amerikalılar, kendi vatandaşlarını bulmak ümidiyle bize yardıma koşuyor. Sonra, aramızda şöyle bir diyalog geçiyor:
- Hello, Amerika’dan buraya bu tekne ile mi geldiniz?
- Pardon, biz Amerikalı değil, Türk’üz.
- O halde niye Amerikan bayrağı?
- Çünkü teknemiz Amerikalı. Aldığımızda öyleydi. Çünkü Türk mevzuatı kullanılmış yabancı tekne ithalini engelliyor.
- “!!!!”
Bu ünlem işaretleri pek çok anlama gelebilir, en çabuk akla gelenleri ama, asıl şu ikisi:
1. Sen onu külahıma anlat. Bal gibi de vergi kaçırıyorsun işte! Seni gidi vatan haini!
2. Bir ülke ne diye vatandaşının kendi teknesine kendi bayrağını çekmesini engellesin?
Çok mantıksız. Yalan söylüyor olmalılar.
Liman girişlerinde bazen de yardımımıza Türk vatandaşlarımız koşuyor. O zaman da diyalog şöyle gelişiyor:
- Hello!
- Merhabalar. Biz Türküz.
- “!!!!”
Bu kez ünlem işaretlerinin anlamı şöyle:
“Haaaa işte bir uyanık daha!”
Ey Ülkem: Biz bu tekneyi satın almak için gerekli birikimi sağlamak amacıyla bu yaşımıza kadar çok çalıştık. Vergilerimizi muntazaman ödedik. Gerek yurt içinde, gerekse dış ülkelerde senin itibarını yüceltmek için uğraştık. İyi birer vatandaş olduk. Oysa sen, bayrağımızı kullanmamızı engelleyerek hakketmediğimiz bir suçluluk duygusunu yükleyiverdin sırtımıza.
Nerede hata yaptık böyle suçlanmak için? Ne yapıp yapıp yenisini mi almalıydık? VAGABOND bugün artık üretilmeyen bir tekne. Üretildiği yıllarda yenisinin fiyatı yaklaşık 400 bin Dolar idi. Bizim için ulaşılması imkansız bir bedel. Benzeri bir yeni tekneyi günümüzde ithal etmek, bu fiyatın üzerine 109.760 Avro (400.000 x 27,44 / 100) değerinde KDV-ÖTV farkını ilave edecekti. Oysa biz, o günkü mali durumumuzla orantılı olarak sadece yukarıdaki ilave vergi miktarı kadar bir para ödeyerek teknemize sahip olduk. Bizim tekne almamızı olanaksız kılan ülkemizin aksine, kullanılmış tekneye yeşil ışık yakan bir ülkenin bayrağına, çok cüz’i bir ücret karşılığında teslim olduk.
Kendimizi bu suçluluk kompleksinden kurtarabilmek için ikinci bir yol daha var. Tekneyi satmak, çok sevdiğimiz denizlere elveda demek. Evet ama, bu çözüm dünya denizlerindeki Türklerin sayısını kaça düşürür sizce?
Ey Ülkem: Biz Türkler amatör denizciliğe biraz geç başladık, ama denizci Türklerin sayısı büyük bir hızla artıyor. Ne yazık ki Türk bayraklı teknelerin sayısı neredeyse yerinde sayıyor. Acaba neden?
1. Çünkü kullanılmış tekne ithalatını yasaklıyorsun. Günün birinde fikir değiştirsen de alacağın verginin oranını yüksek tutacaksın. Bunu yapınca vatandaşın ya tekne ve denizden vazgeçecek, ya da bayrağından.
2. Çünkü denizci vatandaşını ÖTV ile, MTV ile korkutuyorsun. Onların hayat tarzı olarak seçtikleri bu yolu sen bir lüks gibi görüyorsun. Vatandaşını denizciliğe layık görmüyorsun! Kim bilir? Belki denizciliği kendine de layık görmüyorsun!
3. Çünkü yabancı bayraklı yat sahipleri keyifle kıyılarımızı şenlendirirken, sen kendi bayrağın altındaki öz denizcilerini yasal hiçbir dayanağı olmayan tonilato belgesi, tonaja göre ehliyet…..gibi bıktırıcı uygulamalarla yoruyorsun, üzüyorsun. Yabancıları bizim kıyılarımızda rahat ettirirken, bizi üvey evlat gibi zora koşuyor, kaçamak yollar aramaya zorluyorsun.
Evet, biz yabancı bayraklı yatçılar Türk bayraklılara kıyasla Türkiye’de ve dünyada bayağı özgürüz. Ama boynumuz bükük, çünkü biz, ve daha kim bilir kaç Türk teknesi, bu yıl dünya denizlerinde yabancı bir ülke bayrağını dalgalandıracağız. Acilen bir çözüm bulunmadığı takdirde Sadun ağabeyin, Osman ve Zuhal’in, ya da Atlantik yolculuğunun bir bölümünde kendisine eşlik etme şansını yakaladığımız Teoman ağabey’in duyduğu gururu asla duyamayacağız.
Çok şey mi istiyoruz? Sanmıyorum, sadece kendi bayrağımızı istiyoruz.
Nilgün Gündüz
www.syvagabond.com